Siyaset ve bürokraside yaşanan amansız çekişme ve didişmenin ana sebeplerinden biri, hiç şüphe yok ki Türkiye'nin AB üyeliği meselesine gelip dayanıyor.
Esasen, böylesi bir gelişmenin Türkiye'de yaşanacağına dair görüşler, tâ yıllar öncesinden defalarca ve üstüne basa basa ifade edildi.
Dolayısıyla, şu sıralar yaşanan çekişmeler ne derece vahim olursa olsun, yine de şoke olmamak ve bunları birer sürpriz şeklinde değerlendirmemek gerekir.
Evet, ortada bir tuhaflık, bir gariplik var elbet; vahâmet deseniz o biçim...
Ama, bunlar zaten bekleniyordu. Hatta daha beter, daha dehşet verici olayların yaşanacağı hususunda bile tahminlerde bulunuluyordu.
Zira, seksen yıl öncesinin Avrupa meftunları, şimdi tam tersine dönmüş ve elde yalın kılıç vaziyette AB'ye doğru hamle üstüne hamle yapıyor.
Üstelik, bunu da güyâ devlet için, millet için, ulusalcılık, milliyetçilik adına yapıyorlar.
Oysa, bugünkü hürriyet ve demokratlık eksenli Avrupa Birliğine mukabil, geçmişte çürümüş, kokuşmuş, köhnemiş bir Avrupaîlik cereyanı vardı karşımızda.
Evet, siz asıl tuhaflığa bakın görün ki, "medeniyetin icabı" diyerek eski rezil Avrupa'nın o pis ahlâkını gümrüksüz şekilde ithal edip bu millete zorla dayatanlar, tutturmuş onlar adeta kendi dokunulmaz malıymış gibi bir de sahip çıkıyor hâlâ.
Aman yâ Rabbî! Ne rezil bir istilâ ve ne zilletli bir sahiplenme halidir bu...
Hem öyle bir hamakatli sahiplenmedir ki, o kokuşmuş çürüklerin hatırına, kendi öz değerlerimize çok daha yakın olan AB'nin şimdiki altın kıymetindeki normlarına şiddetle karşı geliniyor. Karşı gelmek ne kelime, düpedüz cephe açılıyor, avaz avaz savaş çığırtkanlığı yapılıyor.
Bu demektir ki, ülke ve millet olarak hayatî öneme sahip çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla, Türkiye ya seksen–yüz yıllık ayakbağlarından koparak AB istikametinde yoluna devam edecek, ya da devletçilik maskesi altında şimdiye kadar halkı sömüren ve millete boyun eğdiren sahtekâr hamiyetfurûşların borusu ötmeye bir müddet daha devam edecek.
Hülâsa: AB'ye tam üyelik durumu gerçekleşir veya gerçekleşmez; o ayrı mesele. Ama, Türkiye'nin AB normları istikametindeki elli yıllık yürüyüşü, ciddî, kararlı ve kesintisiz şekilde devam etmeli. Aksi halde, bunca zamandır acımasız, merhametsiz ellerin ensemize indirdiği tokatların sonu gelmeyecek.
Tarihin yorumu
Türk dili ve tarihi Josif ile Agop'a emanet
Merkezi Ankara'da olan Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin kurucuları arasında yer alan Yusuf Akçura, bir yıl sonra (8 Nisan 1932) bu cemiyetin başkanlığına getirildi. Öldüğü tarihe (11 Mart 1935) kadar da bu görevde kaldı.
Rusya (Simbir/Olyanovski) doğumlu olan Akçura'nın, baba tarafından Tatar, anne tarafından da Yahudi olduğuna dair bilgiler var. Babası ölünce annesiyle birlikte İstanbul'a gelip yerleşir. Annesi Dağıstanlı Osman Bey ile evlenir. Osman Bey, onun tahsiliyle ilgilenir ve götürüp askerîyede okutur.
Zaman zaman Rusya'ya gidip gelen hatta Bolşevik İhtilâlinden kısa bir süre önce Avrupa'da Lenin ile de görüşen Akçura'nın Rusya'daki ismi Yosif/Josif Aqçura'dır.
* * *
Akçura'nın Türkiye'de yaptığı ilk faaliyet ırkçılık mânâsındaki "Türkçülük" olmuştur. Akrabası olan ve İstanbul'da ilk kadın dergisi çıkaran Gaspıralı İsmail'in de Rusya'dan Türkiye'ye gelmesiyle birlikte, müştereken Türkçülük faaliyetine daha da hız vermişlerdir. Türk Yurdu (1911) ve Türk Ocağı'na (1912) dair yayın ve oluşumların en aktif aktörleridir.
1918 yılı sonlarında İstanbul'da kurulan Kürt Teali Cemiyetinin kurucu üyesi ve bu hareketin fikir öncülerinden biri olan Celadet Bedirhan, hatıralarında kendisinin ve arkadaşlarının en çok Yusuf Akçura'dan etkilendiğini söylüyor ve Türk Ocağının faaliyetleri hakkında şunları söylüyor: "Bu ocaklar, kendileri için Türkçü yetiştirdiği kadar, bize de Kürtçü yetiştirdi. Kendimiz elli sene uğraşsaydık, yine de bu kadar Kürtçüyü harekete geçirip de biraraya getiremezdik." (Bkz: Suriye'den M. Kemal'e Mektup, 1933)
İşte, asıl işi ve mahiyeti böyle olan Akçura, 1923 seçimlerinde CHP milletvekili oldu. Uzun yıllar üniversitelerde siyasî tarih dersleri verdi. Türk tarihi hakkında ortaya yeni tezler attı. 1931'den sonra bu tezlerin adeta lokomotifi rolünde çalıştı. Öldüğü tarih olan 11 Mart 1935'e kadar TTK Başkanlığı ile milletvekilliği görevini birlikte yürüttü.
* * *
Türk Tarih Kurumunun Akçura'ya emanet edildiği aynı yıllarda (1932...), gariptir ki Türk Dili Kurumunun başına da Ermeni asıllı Agop Martayan getirildi. Sonradan "Dilaçar" soyadı verilen TDK Genel Sekreteri Agop Martayan, Güneş Dil Teorisinin sahibi olup, öldüğü 1979 yılına kadar da Türk Dil Derneğinin başkanlığını yaptı.
Agop ile Josif, her ne kadar "Ne mutlu Türk'üm diyene" ortak paydasında buluşmuş olsalar da, aralarında herhangi bir din, dil ve milliyet birliği yoktur. Bunların özde ne derece Türk olduklarını ise, varın siz tezekkür edin.
12.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|