Kafiyele beni şiirine ey şair…
Rüzgâr olup semada uçmak var şimdi; hadi ver ellerini gökyüzündeki bulut.
Bak gözlerim! Ne kadar berrak değil mi? Saf esintisine kapılmamak mümkün değil.
Bu seyr-u sema ancak, aşk ile temaşa edilmeli. Rüzgârın Hu Hu tesbihini fısıldayan hâle, kapıldım bile. Çünkü ben aşk doluyum. Ben bugün bir arı gibi, her lâtif çiçekten bal özü alırcasına, kâinatın askısız çiçeklerinden tad almaktayım. Çiçeklerle dolu kâinat sarayında her bir tat Padişahı söylüyor.
Çiçek demek, esmektir bahara karşı. Kıştan çıkan heyecan bahara koşmaktadır. Bir daha geri dönmeyeceğini bile bile sonbahara doğru eser.
Yine böyle bir esintiyle uyandım bu lâtif san'ata. Bu sabah kavuştum şiirine bütün güzelliklerin. Şiirdeki kafiyeler gibi uyumlu kâinat sarayında kayboldum. Kafiyeler şiire şair, sen hayata Şair'sin...
Ey padişah! Kafiyeledin beni bir şiir gibi hayata. Dizeledin beni bir kaderle dünyaya.
Şimdi okunmaya başlandı bu şiir, gönül kulaklarıma. Kulak verse görecek cümle (âlem), şiirindeki cümleleri...
Sen Ademoğlu: En güzel şiirden daha güzelsin. Kendini iyi oku... Kendini O'nda bul. O'nda kendini…
Ey Şiirim, ben sende bir kafiyeymişim meğer. Kâinatta okunan bir şiirim ben, sen, ötekiler... Şairini tanıyıp, kalemin kuvvetine boyun eğmeli. Haydi bizi böyle nakışlı, kafiyeli Yazana şiir tadında teşekkür etmeye...
Haydi ne duruyorsun... Dök kalbinin derinliklerindeki gerçekleri, bembeyaz açılacaktır zihninin önü.
|