Ben…
Yalnızlık filmini en güzel oynayan ben. Kimseler görmeden saklanıp bir odaya, saatlerce replik ezberleyen biriyim. Repliklerin muhtevasını ise, her günün sonunda ellerime tutuşturduğum yaşanmışlıklarımdan buluyorum.
Eve gelen komşular iki de bir lâf dokundururlar ve ben susarım.
Çekingen biriyim.
Hayır, çekingenliğimden değil suskunluğum. Annem “Çocuklar konuşmaz, büyüklerin önünde” demişti küçükken, büyüdüm, ama hâlâ bu sözünü tutuyorum. Kim ne derse desin, karşılık vermiyorum. İşte böyle çekilince odaya, söylemek istediklerimi tek tek sıralarım.
Toprak burcuyum. Bu sebeple söylenen bütün sözcükleri ve ardından söylemem gerekenleri birleştirip her gece toprağa gömerim. Hiç kimse görmeden, dönerim odama ve rahat rahat uyurum. Yoksa sabaha kadar “neden neden” diye uyuyamam.
Ablam, “Annem sana böyle diye diye bu hale geldin sen. Bastırıldın ve şimdi susuyorsun, içine kapanıyorsun.” diyor.
Kabul etmiyorum.
Öyle olsa akşamları yalnızlık filminin repliğini ezberlerken, arada o cevap veremediğim konuşmalara tam yerinde sözler söyleyebilir miydim?
Ayrıca cevap verince de, mutsuz oluyorum. “Keşke şunu da deseydim. Neden böyle söyledim ki?” di-yerek daha bir yiyip bitiriyorum kendimi. Biliyorum takılmamam lâzım böyle şeylere, hayat bu kadar küçük şeyleri sorun edecek kadar kısa değil ama takılıyorum elimde değil.
Ablama kalsa, yapacak işim yok. Bu sebeple sarıp duruyorum kendime.
***
Düş…
Öğrendiğime göre, her gece düş görenlerin ruh sağlığı iyiymiş. Peki, her gece düş yerine, kâbus görenlerin de ruh sağlığı iyi midir acaba?
Kendimi Rapunzel gibi hissediyorum.
Hani oldukça fakir bir çiftin yeni doğan kız evlâtlarını yaşlı bir cadıya vermek zorunda kalmaları ile başlayan hikâyedeki Rapunzel.
Cadı ile komşu olan çiftin erkeği, parasızlık ve annenin sürekli bu komşunun bahçesindeki marulları aşermesi sebebiyle bir gün cadının bahçesinden marul çalar; ancak ikinci kez çalarken yakalanır. Cadının büyü yapmasından çekinen baba, doğan kızını ona vermeyi kabul eder. Cadı doğumdan sonra kız çocuğunu alarak ona aslında bahçedeki marulların türünün adı olan Rapunzel ismini verir.
Masalın sonraki kısımlarında cadı Rapunzel’i kaçmaması için bir ormanın göbeğindeki yüksek ve merdivensiz bir kuleye kapatır. Buraya her ziyaretinde kulenin tepesine çıkabilmek için Rapunzel’in seneler içinde kulenin tepesinden yere dek uzayan örgülü sarı saçlarını tıpkı bir merdiven gibi kullanmaya başlar.
Merdivenli sokağa bakıyor odamın penceresi. Kendimi cadının odaya kilitlediği kız gibi hissediyorum. Ve her gün uzayan saçlarım yerine de düşlerim var. Gelip geçenler oluyor ben pencereden bakarken sokaktan. Çoğunu tanıyorum. Bana söz söyleyen o küçük kadınlar da geçiyor ara ara kapımdan. Kafalarına su dökmek istiyorum ya da kül.
Onlar da beni her gece bu odaya kilitleyen cadılar.
Ara sıra müzik sesi geliyor yan apartmandan. Ablama sorarsanız çocuk âşık, çünkü arabesk dinli-yor. Bana sorarsanız yalnız.
Anlatamıyorum kimseye; sadece aşk değildir insanı dertlendiren. Anlaşılamamak da yıpratır insanı. İstediğini elde edememek. Hedeflerine doğru hiçbir şey yapamamak. Ve daha birçok şey.
Ama genç olunca, sadece aşkı dert görüyor bazı çocukluktan çıkamayan gençler.
“Zaman yürüyor” dediğimde tepemde duran bir çift göz bana bakıyor.
“Ölüm de öyle” diyor sessizce.
Ve ben her gece intihar etmişlere kefen biçiyorum, intihar etmelerine sebep olan parçalardan.
Ama hiçbir sorun bir kefen olacak kadar büyük değil.
Bu sebeple kefensiz kalıyor sorunları yüzünden intihar edenler.
Öğreniyorum…
Sorun edilecek kadar büyük değilmiş, yaşadığım hiç ama hiçbir şey.
16.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|