Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Musibete uğramış mü'minin duâsını ganimet bil.

Câmiü's-Sağîr, No: 700

16.04.2008


Kâinat kitabını en iyi anlayan Hz. Peygamber’dir (asm)

Kutlu Doğum Haftası, bu yıl 14 Nisan - 20 Nisan tarihleri arasında kutlanıyor. 1989 yılından beri, Diyanet Müşavirliği’nin bulunduğu her yerde kapsamlı şekilde Kâinatın Efendisi Hz. Peygamber (asm) anlatılmakta ve insanımıza “üsve-i hasene” (en güzel örnek) olarak takdim edilmektedir.

Hz. Peygamberi (asm), herkes kendi kapasitesince anlamaya ve anlatmaya çalışmaktadır.

Onu (asm) en iyi anlayan ve anlatanların başında ise, Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerini görüyoruz. Hayatımızın her safhasında Bediüzzaman’ı örnek alabilsek, dünyaya gönderilişimizin gayesini daha iyi idrak edecek, hayata bakışımız değişecek ve dünya bizim için mânevî bir cennete dönüşecek. Böylelikle bakışımız ibret nazarlarıyla dopdolu olacak. Kâinatın her zerresinde Hz. Peygamber’in (asm) nurunu hissede-ceğiz.

Bediüzzaman, Hz. Peygamber’i (asm) şöyle tavsif ve tarif ediyor:

“Şu gördüğün büyük âleme bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebîr bir şecere tahayyül edilirse, nûr-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur, rûhu olur. Eğer bir insan tasavvur edilirse o nur, onun aklı olur.”1

“Evet, o bürhanın şahs-ı mânevîsine bak: Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medîne bir minber; o bürhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün eh-l-i imâna imam, bütün insanlara hatip”2 olarak gönderilmiştir.

Hz. Peygamber (asm), Mekke mihrabında bir rivâyete göre yüz yirmi dört bin, bir rivâyete göre iki yüz yirmi dört bin peygambere ve içlerinde Ebû Hanife, Şâfiî, Beyazid-i Bestamî, Şah-ı Geylânî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî ve Bediüzzaman gibi milyonlar münevver meyveler veren yüz yirmi dört milyon evliyâya imamlık yapmış ve Medine minberinden kıyamet kopuncaya kadar gelecek insanlığa hatiplik yapmıştır.

Binlerce mu’cizeleriyle insanlığa ışık tutmuştur. Bir elinin parmağıyla ayı ikiye yaran, bir avucuna aldığı çakıl taşlarına kelime-i tevhidi söylettiren ve elinin parmaklarından sular fışkırtarak insanların imdâdına yetişen Hz. Peygamber’dir (asm).

Bütün kâinâtın özlemini duyduğu; sevgisiyle, hasretiyle yollarını beklediği Hz. Peygamber’dir (asm). Hicret esnasında, Sevr mağarasındaki yılanın, Hz. Resulûllah’ı görme aşkıyla Hz. Ebûbekir’in (ra) ayağını ısırmasını ve Şair Nabi’nin Medine ziyaretini hatırlayalım.

Kâinat kitabının derin muammâsını en güzel sûrette anlayan ve ders veren de o (asm) olmuştur.

Onun (asm) ders verdiği hikmetten mahrum felsefeci, kâinattaki hikmeti elde edemez. Vesvese ve şüpheler girdabında kalb ve ruhunu kaybedeceği gibi, aklını da geveze eder. Kendi gibi çoklarını da yoldan saptırır.

Onun (asm) Kur’ân ahlâkını kendisine rehber edinmeyen ahlâkçının, onun (asm) ortaya koyduğu prensipleri benimsemeyen içtimâiyatçının insanları götüreceği yer, bir başka ahlâksızlık ve huzursuzluk zemini olacaktır.

Yazar, ondan (asm) ilhamını ve edebini almazsa her zaman ruhsuz, maneviyâtsız ve eksik yazacaktır.

Hatip, onun (asm) hitabet tarzını bilmez ve ilhamını ondan (asm) almazsa kalp ve ruhlar üzerinde derin tesir icrâ edemeyecektir.

Edebiyatçı, onun (asm) nezih edebini bilip kendini onunla edeplendirmezse, edepsizlik çamurunda hem boğulacak, hem başkalarını boğacaktır. Komutan, onun (asm) harp siyasetini bilmezse, hezimete uğramaktan, zulüm ve vahşet irtikâp etmekten kendisini kurtaramayacaktır.

İdareci, onun (asm) idarecilik vasfını bilmezse hayatta kâmil mânâda muvaffakiyeti pek az elde edecektir.

San’atkâr, onun (asm) ibretli nazarlarıyla, kâinata, eşyaya ve insana bakmazsa, tabiatperestlikten kendisini kurtaramayacaktır.

Eğitimci, onun (asm) şefkat, sevgi ve saadet bahşeden terbiye düstûrlarını bilmezse, vazifesinde gereği gibi başarı elde edemeyecektir.3

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman, Mesnevî-i Nûriye, Yeni Asya Neşriyât, İstanbul-1994, s. 99.

2- Bediüzzaman, Mektûbât, Yeni Asya Neşriyât, İstanbul-1994, s. 194.

3- Suruç, Salih; Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, Yeni Asya Yayınları, İstanbul-1983, c.1, s.13.

HALİL ELİTOK

16.04.2008


Vahşet ve bedevîliğe dönüş

Bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed olarak İkinci Noktada beyan etmek zamanı geldi. Menşe’leri iki kanun-u esasiye istinad eden iki irtica var:

Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakikî irticadır. Onun kanun-u esasîsi çok su-i istimale ve zulme medar olmuştur.

İkincisi: İrtica namı verilen hakikî bir terakki ve adaletin esasıdır.

İkinci nokta: Beşerin vahşet ve bedevîlik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine, medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedevîliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-ü umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârâne ve anûdâne particilik gibi bazı cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilâf görülüyor. O kanun-u esasî de budur:

Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatâsıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün fertleri mahkûm ve düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hatâ, binler hatâ hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zîr ü zeber ediyor.

Evet, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zayıflandığı için, millete ve memlekete ve vatana âdilâne hizmete muvaffak olunamadığından, maddî ve mânevî bir nevi rüşvet vermeye mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için o gaddar, engizisyonâne ve bedeviyâne ve vahşiyâne bu mezkûr kanun-u esasîye karşı ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.) nass-ı kat’îsiyle, Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki, “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz.” Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevî tarafgirlikle yalnız mânevî günahkâr olup âhirette mesul olur; dünyada değil. Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki Harb-i Umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle, esfel-i sâfilîn olan o vahşî irticaa düşecek.

İşte, Kur’ân’ın bu gibi kudsî kanun-u esasîsine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedevîliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: “Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz’î zulümler nazara alınmaz” diye, birtek câni yüzünden bir köyü mahvetmekle bin mâsumun hakkını nazara almaz. Birtek câninin yüzünden bin adamın kılıçtan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanmasıyla binler mâsumu sıkıntıya verdirir. Ve iki yüz adamı kurşuna dizilmesini o bahaneyle nazara almaz. Birinci Harb-i Umumîde üç bin adamın câniyâne siyaset hatâlarıyla otuz milyon biçare nev-i beşer aynı harpte mahvedildiği gibi, binler misaller var.

İşte bu vahşiyâne irticaın, bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur’ân şakirtlerinin, Kur’ân’ın yüzer kanun-u esasîsinden “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” âyetinin ders verdiği kanun-u esasîsi ile adâlet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti temin etmeye çalışan ehl-i iman fedakârlarına “mürteci” namını verip onları müttehem etmek, mel’un Yezid’in zulmünü adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misilli en vahşî ve zalimâne bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur’ân’ın mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir.

Emirdağ Lâhikası, s. 320

16.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri