Son haftalarda pirinç ve buğdayın pahalanması üzerine, “küresel açlık savaşları” senaryoları çizilmekte. Aç kalan fakir ülkelerin halklarının sokaklara dökülmesi ve meydana gelen çatışmalar, dünya medyasında “gıda savaşları başlıyor” manşetleriyle duyurulmakta. Dünyanın yeni bir savaşın eşiğinde olduğu bildirilmekte…
Gıda kıtlığının dünyadaki iklim değişiklikleri ve dengesizliklerinden meydana gelen küresel ısınmayla kuraklığın sonucu olduğu, uluslararası toplantılarda âdeta itiraf edilmekte. On yıl içinde tedbir alınmadığı takdirde dünyada daha da büyük boyutlu kuraklıkların yaşanacağı ve bulaşıcı hastalıkların tırmanışa geçeceği ikazları yapılmakta. En son Birleşmiş Milletler’in “meydan okuyan iklim” raporuna göre, “geri dönülemez nokta”dan sonra büyük kuraklıkların, su kıtlığının meydana geleceği, ormanların yok olacağı, tarımda verimin hızla düşeceği, denizlerin seviyesinin yükseleceği, sel felâketlerinin artacağı bildirilmişti. Dünyanın önünde “bir saatli çevre bombası” bulunduğu, küresel kıyamet saatinin “12’ye 5 kala”yı gösterdiği beynelmilel çevreci bilim adamları tarafından uyarılmıştı. Yine açıklanan raporlara göre, çok geç olmayan bir zamanda okyanuslarda yeni bir “buzullar dönemi”ni başlatacağı belirtiliyor…
“Eğer dünya çabuk aklını başına almazsa” daha şimdiden erken “maddî kıyamet” senaryoları yazılmakta.. 2036’da yörüngesini şaşıran bir göktaşının dünyaya düşebileceği haberleri çıkmakta. Âdeta, “küre-i arz başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak” hâdisesinin maddî işâretleri verilmekte. Zira küreselleşmeyle “zengin-fakir uçurumu” giderek derinleşiyor. BM’in raporuna göre, dünyanın en zengin ile en yoksul yüzde ikisi arasındaki gelir farkı, son yirmi yılda 1’e 30’dan 1’e 80’e çıkmış durumda; uçurum giderek derinleşiyor. Bu uçurum ve mânevî terbiye eksikliğiyle, kalabalık karmaşa içinde birbirinden kopuk topluluklar, yayana gökdelenlerle varoşlardaki gecekondulardan oluşan şehirler, irtibatsız âileler, yabanî insanlar ve parçalanmış hayatlar türüyor…
Avrupa ve Amerika’dan başlanarak insanlığın içine itildiği mânevî bunalıp, maddî buhran ve problemlerle, yokluk ve kıtlıkla buluşunca, insanlık çığlık çığlığa “imdat!” sinyalleri veriyor.
Sonuçta “israfât, iktisatsızlık, kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereket kalkıyor”. “Fakr-û zarûret ve yaşama şartlarının artmasıyla hayat şartları ağırlaşıyor.” Mânevîyattan mahrum medeniyet, insanlığa dünyevî saadeti dahi vermiyor. Küresel hegemonya ve günübirlik menfaatlerle gözü dönmüş küresel güçlerin dünyayı sürüklediği varta bu. İşin bir başka ilginç tarafı, dünyayı kirletip tahrip ederek küresel ısınma ve kuraklığa sebebiyet verenlerin, hegemonya ve çıkarları uğruna işgal, istila ve savaşlarla milyonlarca insanı katledildiği küresel zulmü yapanlarla aynı olması…
Gelinen noktada, baştan beri küresel çıkarcı güçlerin taşeronluğunu yapan uluslararası finans kuruluşları, bu felâkette hiçbir suçları yokmuş gibi “yüzbinler aç kalabilir” diye yeni yeni “uyarılar”da bulunuyorlar. İş işten geçtikten ve felâket kapıya dayandıktan sonra, Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick ve Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominigue Strauss-Kahn’ın, gıda kıtlığı ve artan fiyatlarla başta Afrika olmak üzere yeryüzünde yüzbinlerce insanın akçığa mahkûm kalacağını söylemleri, bunun ifâdesi.
BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Başkanı Jacpues Diouf’un, belgelerle dünyada hububat üretiminin azalması krizinden zengin ülkeleri sorumlu tutması, küresel ısınma ve kıtlığın gerçek sorumlularını bir defa daha suçüstü yakalıyor. Zengin ülkelerin hububat üretimi için kasten para, tohum ve benzeri altyapıları kıstığını ifşa eden Diouf, dünyadaki hububat üretimi azalmasından ve yükselen gıda fiyatlarından gelişmiş ülkelerin yanlış politikalarının eseri olduğunu söylemesi, işin içyüzünü su yüzüne çıkarıyor…
Ne var ki özellikle buğday ve mısır gibi hububatın petrol yerine yakıt olarak kullanılması, gelişmiş ülkelerin çıkarcılık hebasına insanlığı ne tür dehşetli bir ateşin içine attığını ele veriyor. Zollick bunu, “Bazıları yakıt depolarını ucuza doldurma peşinde iken dünya genelinde midelerini doldurmaya çalışan insanlığın elindeki gıdaları aldıkları” gerçeği bir defa daha ortaya koyuyor.
Kısacası Bediüzzaman’ın haber verdiği gibi, mâsum ve mazlum ülkelerin, bilhassa Müslümanların elinde bir şey bırakılmıyor. Son iki yüzyılda “Avrupa kâfir zâlimleri veya Asya münâfıkları desîseleriyle ya çalar veya gasb ediyor” tespiti, küresel çıkarcılıkla küresel ısınmaya dönüşen süreçte bütün vahşetiyle sırıtıyor. (Lem’alar, 174) “Medeniyet-i garbiye-i hâzıra” dediği “çağdaş Batı medeniyeti”nin semâvî dinleri tam dinlememesiyle, kötülükleri ve günâhları, iyilikleri ve hayırlarına, zararlarının faydalarına gâlip gelmesiyle, insanlığı mahvediyor.
Medeniyetteki asıl maksad olan huzur ve saadet yerine israfla insanlığı fakir düşürdüğü, “sû-i istimâl ve israfât ile yüz nevî hastalığın sirâyetine, intişârına (yayılmasına) vesîle olduğu” gerçeği, bu kez küresel ısınma ve kuraklıkla gıda kıtlığı gerçeğinde okunuyor. (Emirdağ Lâhikası, 334-335)
21.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|