Son haftaların başdöndürücü siyasî çalkantıları arasında birçok önemli ayrıntı satır aralarında kaldı. Bunlardan biri de Türkiye’nin EXPO 2015’i kaybetmesiydi. Cumhurbaşkanı Gül’ün Paris’e kadar giderek, kültür ve devlet bakanlarının bizzat propagandasını yaptığı yarışta İzmir’in İtalya’nın Milano kenti karşısında kaybetmesine bir dizi bahane ileri sürüldü.
Türkiye’nin fuara ev sahipliğini alamamasını, Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, “İçeride bir takım duygusal ilişkiler oldu, biz ceplere hitap edemedik” şeklinde açıkladı. “2013 Mersin Akdeniz Oyunları”nı buna örnek gösteren Tüzmen’in, “Orada da kamp kurdular, birebir pres yaptılar” demesi de çarpıcıydı.
Oysa Türkiye, Paris’te daha yoğun bir “pres” uygulamıştı. Peki niçin başaramadı? 143 ülkenin firmalarının ürünlerini sergilediği, onlarca milyon insanın ziyaret ettiği bu büyük tanıtım fırsatı nasıl kaçırıldı?
“İslâm ülkeleri ile Türk Cumhuriyetlerinin tamamı, Akdeniz ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği ülkelerinin bir kısmı oy verseydi, o zaman rahat alırdık” diyen Bakan Tüzmen’in söyledikleri, meseleye bir nebze açıklık getiriyor…
Bu durumda diğer ülkeler bir yana; İtalya’ya karşı İslâm ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri neden Türkiye’yi desteklemedi? Mesele burada düğümleniyor…
Görünen o ki özellikle İslâm ülkeleri küstürülmüş; Türkiye’nin Ortadoğu ve İslâm dünyasıyla sıkı ilişkiler içinde olduğu bir süreçte oy vermemeleri bundan…
*
Bu hususta Yalçın Doğan’ın, EXPO 2012 adayları arasında Fas’ın Kazablanka şehri adayken, AKP hükûmetinin oyunu Güney Kore’nin başkenti Seul için kullanmasının bunda etkili olacağını yazması, dikkat çekiciydi. (Hürriyet, 28.3.2008)
Gerçekten her fırsatta İslâm ülkeleriyle işbirliğini iddia eden hükûmetin, 2015’te İzmir’e istediği EXPO’nun bir önceki ev sahipliği için Güney Kore’yi bir İslâm ülkesi olan Fas’a tercih etmesinin nedeni neydi? 143 ülkenin katıldığı oylamada, oyunu Kazablanka’ya karşı Seul’e kullanan Türkiye, hangi hakla İslâm ülkelerinden destek isteyecekti? Sonra Türk Cumhuriyetlerine Milano’yu İzmir’e tercih ettiren sebep neydi?
Ankara, onca çabaya rağmen yanlış politikalar sonucu kaybedilen uluslararası zemindeki bu önemli fırsatı kaçırmasının hebasını vermedi. Başbakan ve ilgili bakanlar, “kazanmazsak da iyi bir tanıtım yaptık” diye tesellî vermekle yetindiler…
Ancak kimse, büyük masraf ve emeğe rağmen, hangi yanlış politikalarla EXPO 2015’in kaybedildiğinin üzerinde durmadı. Mâlum medyada, son yılların dış politikadaki başarısızlığın üstü âdeta örtülerek, geçiştirdi…
*
Son günlerin bir başka gözlerden kaçan konusu, Akdeniz Üniversitesindeki olaylar üzerine, 68’lilerin televizyonlardaki ikrarları oldu. Eski tüfeklerin, demokrasiyi katleden her darbe ve ara dönemin arkasında ABD ve İngiltere gibi küresel çıkarları peşinde koşan güçlerin olduğunu ifşaları enteresan.
Âdeta günâh çıkartırcasına, gençliğin, yabancı istihbarat servislerinin toplumda gerginliği ve ayrışmayı kışkırtmak, “Alevî – Sünnî”, “laik – antilaik” ve “sağ ve sol” çatışmalarıyla ülkeyi kargaşa ve kaos ortamına sürükleme oyununa âlet edildiğini belirtmeleri, dehşetli tezgâhı bir defa daha ortaya koydu.
Her ihtilal ve demokrasi tahribi öncesinde, 27 Mayıs’ta, 12 Mart’a, 12 Eylül’de ve hatta 28 Şubat “postmodern darbe” sürecinde, “ideolojik tartışmalar” aynı oyunun sahneye konulduğu ifâde etmeye başlayan kadim ateşli solcuların sözleri, derslerle dolu…
Bunlarda biri aynen şöyle diyordu: “Menderes hükûmeti, Batı’dan, ABD’den proje ve kredi talebinde bulundu; lakin kabul edilmedi. Bunun üzerine Menderes, bir tek Batı’ya mecbur kalmamak adına Rusya’ya yöneldi, Rusya kabul etti. Karşılıklı ziyaretler, görüşmeler, anlaşmalar oldu. Bu durum Amerika’yı çok rahatsız etti. Millî Birlik Komitesi, Türkeş’i de yanına alarak 60 ihtilâlini yaptı…”
Keza 1965’de Menderes’in devamı olan Demirel’in de Türkiye’nin sanayileşmesi için ABD ve Avrupa’dan istediği desteği tam bulamaması üzerine Rusya’ya ile işbirliğine gidip Aliağa Rafinesi, Seydişehir Alüminyum ve İskenderun Demir Çelik tesislerinin kurulduğunu örnek vererek, bunun ABD’yi çok kızdırdığını ve yüzden 12 Mart 1971 muhtırasının tezgâhlandığını belirtmesi, kayda değer…
Sol gençliğin yanlış bir şekilde Menderes ve Demirel’i “Amerikancı” olarak bildiğini; Demokrat Parti’den Adalet Partisi’ne uzanan misyonun her zaman Türkiye’nin millî menfaatlerini üstün tuttuğu yorumları, 40 sene sonra da olsa bir hakkın teslimi olması açısından oldukça anlamlı…
19.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|