Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun Türkiye ziyareti, medya tarafından âdeta çarpıtıldı. Türkiye’nin en ciddî gündemini sulandıran mâlum medya, yine yapacağını yaptı…
Ziyaretinin Ankara ayağı Meclis’teki “oda krizi”ne, İstanbul bölümü ise Kumkapı’daki on dakikalık “balıkçı pazarına uğraması” magazinine boğduruldu…
En bâriz çarpıtma ise, Barroso’nun demokrasi ve özgürlük talepleri üzerinde yapıldı. Mesele, Meclis’te Türk Ceza Kanununun 301. maddesine ve AKP’yi “kapatma dâvâsı”na hasredildi. Halbuki Barroso, 301’in dışında düşünce suçunu düzenleyen maddelerin de AB’nin ifâde özgürlüğü normlarına getirilmesinin gereğini belirtti. Sivil özgürlükler ve ifâde özgürlüğü konusunda müzâkere yapılamayacağını açık açık bildirdi.
“Laiklik” üzerinde bir standart empoze edemeyeceklerini belirten Barroso’nun, imtinalı bir üslûpla demokrasinin sorunların üstesinden gelmesi dileğiyle başörtüsü yasağı hakkında inançların özgür olmasını dilemekle kalması dikkat çekti. Keza “kapatma dâvâsı”nda, “dâvâ sürecine müdahâle etmek istemediğini” belirtip, demokrasi prensipleri ve hukuk devleti temennisiyle yetindi.
Barroso’nun Ankara’da “laiklik ve türban konusunu kendi içinizde çözün” ihtiyatlı ifâdesine rağmen, “Türkiye’deki AB karşıtları”nın habbeyi kubbe yapıp, ziyareti “kapatma dâvâsı”nda “iktidar partisine destek” şeklinde propagandaları, demokratikleşme ve özgürlüklere dair düzenlemeleri gölgede bıraktı…
* * *
Ne var ki, AB Komisyonu Başkanı’nın bu kritik kavşakta oldukça önemli ziyaretinin sulandırılmasına yalnız medya değil, siyasî iktidarın hâlâ ürkek ve çekingen tavrının da etkisi oldu.
Hükümet âdeta şokta; yalnız Barroso’yu dinlemekle kaldı. Başbakan Erdoğan, görüşmelerde yalnız bilinen genel demokratik değerlendirmeleriyle yetindi. Özellikle demokratikleşme, ifâde ve inanç özgürlüğünde Türkiye’nin AB müktesebatının üstlenmesine ilişkin “ulusal program”da söz verdiği ve “katılım ortaklığı belgesi”nde belirlenen uyum yasaları hakkında net ve cesâretli adımların atılacağı beyânında bulunulamadı.
Ne siyasetin demokratikleşmesi için siyasî partiler ve seçim yasalarının “temsilde adalet”i esas alacak şekilde AB kriterlerine göre düzenlenmesi, ne yargı reformu, ne eğitimin demokratikleşmesi, ne yeni anayasa ve ne de başta Kıbrıs konusu olmak üzere müzâkere sürecinde tıkanan tartışmalı diğer başlıklarda net ve kararlı bir açılım sergilenemedi…
Kısacası, son dönemde “kapatma dâvâsı” hakkındaki belirsizlik, Barroso’nun ziyaretini âdeta işlevsiz kıldı; iktidar partisindeki kararsızlık ve kafa karışıklığı, AB uyum yasalarına dair hükümeti atacağı adımlarda da tereddüt ve tedirginliklerin içine itti.
Partisinin merkez karar kurullarında yapılan uzun görüşmeler sonucu “kapatma dâvâsı” süreciyle ilgili tam yetki alan Erdoğan’ın, belirli bir mesaj verememesi, bunun işâreti. Bir tek 301’i Meclis’e getirmekle yetinecekleri ve diğer düzenlemeleri daha sonra getirebilecekleri yönündeki kapalı ifâdeleri bunu açığa çıkarıyor.
Buna bağlı olarak hükümet ve parti sözcülerinden “kararsızlığı” açığa vuran, tedirgin ve çekingen açıklamaları, gelinen noktada siyasî iktidarın iddiaların aksine bir tek “kapatma dâvâsı”na odaklandığı, demokratikleşmeyi askıya aldığını ele vermekte…
* * *
Üzerinden haftalar geçtiği halde, AKP yönetiminin hâlâ “kapatma dâvâsı”na karşı formül arayışlarını sürdürmesi bunu gösteriyor. AKP yöneticilerinin, Meclis’e getirmeyi düşündükleri genişletilmiş anayasa değişikliği düzenlemesinden vazgeçme ihtimalinin yüzde 50 olduğunu belirtmeleri, siyasî iktidarın bu defa da meseleyi günübirlik pansuman tedbirlerle geçiştirmeye yöneldiğinin sinyallerini veriyor.
Bundandır ki, her kafadan bir ses çıkıyor. Bir gün geniş kapsamlı “demokratikleşme paketi”nden bahsedilirken, ertesi gün Başbakan’ın “kapatma dâvâsı”nı dar kapsamlı bir ekiple yürüteceği belirtiliyor. Parti kapatmayı zorlaştıran Anayasanın ilgili maddeleriyle ve Siyasî Partiler Kanununun 101. maddesiyle iktifa edecekleri bildiriliyor.
Görünen o ki, bunca ibretli olaya rağmen AKP iktidarı, her defasında olduğu gibi, yine ciddî, kapsamlı, temel düzenlemeleri esas alan “demokratikleşme” çabasından geri duruyor.
Oysa hükümetin, Barroso’nun ziyaretini ve “kapatma dâvâsı”nı fırsat bilerek, salt “kapatma”yla kalmayıp en azından AB Genel Sekreterliği’nin bildirdiği en azından ifâde ve inanç özgürlüklerini içine alan muhtevalı bir “demokratikleşme paketi”ni cür’et ve kararlılıkla Meclis’in gündemine getirmesi, milletin verdiği desteğin icâbıdır. Her fırsatta övündüğü “yüzde 46”nın bedelidir…
Kararsızlık ve çekingenlik, sâdece kaybettirir; hem Türkiye’ye, hem de siyasî iktidara…
15.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|