Fiyatı katlanarak yükselen pirinç için boykot çağrıları yapılıyor.
Kabine üyesi bir bakanın ardından, iki önemli sivil toplum kuruluşunun başkanları tarafından da benzer yönde çağrılar yapıldı: "Pirinci bir süre boykot edin, almayın; bakın fiyatı nasıl da düşüyor."
Boykotun elbette ki, bir etkisi olur. Ama, o da bir yere kadar. Dolayısıyla, bu tarz bir yöntemle kesin çözüme varılmaz.
Zira, bugün pirinç için söz konusu olan sıkıntı, yarın bir başka kalemde kendini gösterir. Sürekli boykot, pratikte de geçerli olmadığına, olamayacağına göre, çareyi esastan düşünmek ve ona göre tedbir almak gerekir.
Bu ve benzeri sıkıntıların temel çözümü, kalitesi gibi verimi de yüksek olan modern tarım politikalarından geçer.
Bugün Türkiye tâ Amerika kıtasından bile badem, Asya'nın uzak diyârlarından kuru üzüm ve benzeri mahsüller ithal etmek durumunda kalmışsa, bunun sebebi uygulanmakta olan yanlış veya ilkel tarım politikalarıdır.
Türkiye, esasen bu ve benzeri mahsülleri üretmek ve hatta bunları dünya pazarlarına sunmak gibi büyük avantajlara sahip bir ülkedir. Hem öyle ki, tam kapasite ile devreye girmesi halinde, tek başına GAP bölgesindeki üretim ile Türkiye'nin iki misli büyüklüğündeki ülkenin ihtiyacını karşılamak dahi mümkün.
Ama, ne hazindir ki, GAP, beş–altı senedir adeta yüzüstü bırakılmış durumda. Yaşanan sıkıntının bir ayağını da bu ihmalkârlık teşkil ediyor.
PARA-PUL DÜELLOSU
Bilindiği gibi, M. Kemal'in ölümünden hemen sonra para ve pullar üzerindeki resmi kaldırıldı, yerine ise Cumhurreisi İsmet Paşanın resimleri konuldu.
Başbakan Erdoğan'ın hayıflanarak hatırlatması sebebiyle, bu mesele tekrar gündeme geldi ve tartışma konusu oldu.
Doğrusu, iktidar partisi ile anamuhalefet partisi arasında yaşanan bu para–pul düellosunda taraf olmanın mantığını ve haklı bir sebebini bulamıyoruz.
Neticede, bu mesele Halk Partisinin iç bünyesinde yaşanmış olan ilk ciddi çatlağın bir ifadesidir, bir göstergesidir.
1939 yılı Aralık ayından itibaren başlayan ve yaklaşık on sene devam eden bu radikal uygulama sebebiyle, Atatürkçülerle İnönücüler büyük çapta ayrışmış, hatta yer yer birbirine düşmüşlerdir.
Bu uygulamaya, 1950'den sonra özellikle Celal Bayar'ın marifetiyle son verildi. Tekrar eski tarza dönüldü. Ancak, eskiye dönüş şeklindeki bu uygulamanın ne Bayar'a, ne de DP iktidarına bir faydası olmuş. Bayar, "Atatürk'ü sevmek millî ibadettir" dediği halde, yine de Atatürkçülerin gazabından kurtulamamıştır.
Aynı şekilde, yine Bayar'ın mârifetiyle çıkartılan "Koruma Kànunu" ile Anıtkabrin inşası da, Demokratlara bir hayır getirmemiş, aksine onların bu tarzdaki yaranmacılığı Atatürkçüleri daha çok hiddete getirmiş ve onları Demokratların aleyhine sevk etmiştir.
1960'ta DP iktidarını deviren ve Demokratları siyaseten de parçalayan Atatürkçüler, daha da ileri giderek, darağacında kullandıkları idam gömleği ile yağlı ilmiklerin parasını dahi şahitlerin ailesinden tahsil etme garabetini göstermişler.
Başbakan Erdoğan ve arkadaşlarının, bütün bu yaşananlardan bir ders çıkararak, para ve pullar üzerindeki resim meselesinin uzağında durmalarını önemle tavsiye ederiz. Zira, ne yaparlarsa yapsınlar, İnönücülere olduğu gibi, Atatürkçülere de hiçbir şekilde yaranamazlar.
Tarihin yorumu
Almanya, İngiltere'nin belini büktü
İman savaş uçakları, İngiltere'nin başkenti Londra'yı bombardımana tuttu. Yaklaşık 500 uçakla gece boyunca bombalanan şehir harabeye döndü.
Bu şiddetli hava taarruzu, Nisan ayı sonlarına kadar aralıklı şekilde devam etti.
İngiltere, bu taarruzlardan çok büyük zarar gördü. Ülkede büyük bir sarsıntı yaşandı. En büyük ve en modern şehri harabeye dönerken, ülkedeki can kaybı da çok büyük oldu.
Neticede, o dönemin en güçlü devleti ve en çok sömürge sahibi olan İngiltere'nin adeta beli büküldü.
Böylesine zayıf ve acınacak bir duruma düşen İngilizler, başta Rusya olmak üzere, Fransa ve Amerika'dan yardım istedi.
Bu büyük devletler İngiltere'nin yanında, İtalya ve Japonya ise Almanya'nın safında savaşa katıldılar. Avrupa kıtasının tamamını ve dünyanın muhtelif bölgelerini etkisi altına alan bu büyük savaş, 1945 yılı ortalarına kadar devam etti.
1944 yılı sonlarında savaşın seyri değişmeye başladı. 1945'e gelindiğinde, Almanya'nın hemen bütün şehirleri yakılıp yıkılarak harabeye döndürüldü. Meselâ, Köln şehrinin yüzde 90'ı harap olmuş bir vaziyetteydi.
Esasında her iki taraf da çok ağır zarar ve zayiat vermekle beraber, neticede Almanya, İtalya ve Japonya mağlubiyeti kabul etti. Yekûn insan kaybının 30 milyondan fazla olduğu tahmin ediliyor.
16.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|