Bir mankenin ağzından ve çıkan bir anda gündeme oturan "Benim oyum ile dağdaki çobanın oyu aynı değerde olmamalı" şeklindeki sözün münferit bir anlayışı yansıttığını zannetmeyin sakın. Bu öylesine köklü ve derin bir zihniyettir ki, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk çeyrek asrında ülkeye bütünüyle hâkim olmuş ve o döneme damgasını vurmuş bir zihniyettir.
* * *
Demokrasilerde, vatandaşların oyları arasında herhangi ayrım yoktur ve olamaz. Herkes birbirine eşit değerdeki oy hakkına sahiptir.
Kullanılan oyun, sarayda oturan krala veya aynı sarayda kapıcılık yapan bir hizmetçiye ait olması hesabı etkilemez ve neticeyi değiştirmez.
Tabiî, bu ölçüler demokratik sistemlerde geçerli; otokratik, yahut totaliter rejimlerde değil...
* * *
Bizim yakın tarihimizde, vatandaşın oy değeri itibariyle, işte arada böylesine uçurum kadar farklar var.
1923'den 1950'ye, özellikle 1946'ya kadar olan süre zarfında, vatandaşın—hele hele köylünün, çiftçinin, çobanın—oy hakkına zerrece değer verilmiş, yahut itibar edilmiş değil.
Milletvekili seçimlerinde vatandaşın reyine müracaat edilmemesini bir yana bırakın, Meclis'in kararıyla ülkede yapılan en köklü devrimlerde, inkılâplarda bile, referanduma hiç gidilmemiş, gitme ihtiyacı dahi duyulmamış. Bu zihniyetin kurmay kadrosu, vatandaşa "Cahil oy çoğunluğu" nazarıyla bakmış, köylüye "Hasolar, Memolar" diyerek, onları kendinden aşağı görmüştur.
Hatta, dahası var. Şöyle ki: "Bunu nasıl yaparsınız? Bu işler referandumsuz nasıl olur?" diye soran Avrupalı gazetecilere şu tarzda cevaplar verilmiş: "Biz okumuş, entelektüel bir seviyeye gelmiş tahsilli, kültürlü insanlarız. Cahil köylünün seviyesine inip de ne yapacağız yani? Dolayısıyla, bizim onun seviyesine inmemiz değil, onun bizim seviyemize çıkması lâzım."
* * *
Evet, işte bütün mesele burada...
Bugün bir mankenin ağzından çıkan antidemokratik söz, esasında seksen–yüz yıllık bir anlayışın, bu ülkede uzun yıllar hakimiyet kurmuş bir zihniyetin yansımasıdır.
Bunun, demokrasiyle uzaktan yakından bir alâkası yoktur gerçi. Ama, tam da Türkiye'ye mahsus bazı gizli gerçeklerin acı bir ifadesidir.
Durum, demokrasi meselesinde böyle olduğu gibi, maalesef yargı ve laiklik gibi önemli meselelerimizde de hemen hemen aynıdır.
Tarihin yorumu
Cesur Anzavur'un fecî âkıbeti
Anadolu'daki Kuvâ–yı Millîye hareketini baltalamak maksadıyla kurulan Kuvâ–yı İnzibatîye komutanı Anzavur Ahmet, Çanakkale'nin Karabiga yöresinde giriştiği bir çatışma esnasında vurularak öldürüldü.
Anzavur, bu tarihten tam bir sene önce (15 Nisan 1920), yine aynı yörede Çerkez Ethem ve Demirci Efe idaresindeki Millî Kuvvetlerle giriştiği çatışmayı kaybetmiş ve atından düşerek yaralandığı için, İstanbul'a doğru kaçarak canını zor kurtarmıştı.
* * *
Kuvâ–yı Millîye hareketinin Anadolu'da giderek güçlenmesi, Damat Ferit Paşa idaresindeki İstanbul hükümetini bir hayli telaşlandırmıştı. Milletin desteğini alan bu hareketin önüne geçilmesi için çeşitli çareler, tedbirler düşünülüyordu.
İstanbul'daki işgal kuvvetlerinin de desteğini alan son bir çare olarak, Kuvâ–yı Millîye'ye karşı bir Kuvâ–yı İnzibatîye Teşkilâtının kurulması (Nisan 1920) oldu.
Yaklaşık dört bin techizatlı askeri bulunan bu teşkilâtın başına önce Süleyman Şefik Paşa getirildi. Ancak, Adapazarı–Düzce taraflarında etkili bir güce sahip olan Abhaza Beylerinden Anzavur Ahmet ile anlaşamayan Şefik Paşa bu birliğin komutanlığından istifa etti.
Bu gelişmenin ardından, bütün ipler Mir–i Mirân (sivil paşa) ünvanıyla Kuvâ–yı İnzibatîye'nin başına getirtilen Anzavur'un eline geçti.
Anzavur Ahmet, aynı zamanda eski Jandarma binbaşılığından emekli olmuş, askerlik mesleğinden az–çok anlayan bir şahsiyet idi.
* * *
Beyliği kadar cesaretiyle de şöhret bulan Anzavur'un komutasındaki dört bin kişilik derme çatma ordunun Kuvâ–yı Millîye askerleriyle önemli iki çatışması var.
Bunlardan biri Düzce–Hendek taraflarında (1920), diğeri ise Çanakkale–Balıkesir taraflarında yaşandı.
Neticede, her iki mücadeleyi de kaybeden Anzavur, 15 Nisan 1921'de üçüncü bir mücadeleye hazırlandığı esnada, yakın adamlarıyla birlikte pusuya düşürülerek öldürüldü.
Böylelikle, Millî Hareketi zaafa uğratmak için iç isyanlardan medet uman bir fitne hareketi daha bertaraf edilmiş oldu.
"Cesur Anzavur"un cesedi, Biga ilçesinin Buzağılık köyü civarındaki bir gübreliğe defnedildi. Gövdesinden kesilmek suretiyle ayrılan kafası her ne kadar Ankara'ya ulaştırılmak istendiyse de, buna muvaffak olunamadı. Cesediyle birlikte aynı yere gömülerek üzeri kapatıldı.
Anzavur'un kurtulan askerleri İstanbul'a kaçarak, işgal kuvvetleriyle birlikte çalışmaya devam etti. Ne var ki, işgalcilerden de yüz bulamadılar ve zamanla dışlanarak uzaklaştırıldılar. Kurtuluş zaferinden sonra yakalananların çoğu idam edildi.
15.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|