Neşet usta doğru söylüyor
27 ŞUBAT 2008 tarihli Yeni Asya’nın, Kültür-sanat sayfasında Neşet Ertaş kaynaklı “Eurovisiona Türkülerle gidilsin” diye bir haber okudum. Gerçekten de usta doğru söylüyordu.
Avrupa Televizyon Birliğinin ortaklaşa düzenlediği bir şarkı yarışmasının kısaca adıdır eurovision. Zannedersem, kırk yılı aşkın bir zamandır kendi aralarında yapıyorlar bu yarışma programını. Türkiye’nin bir kısım topraklarının Avrupa kıt'asına rampa yapmasından dolayı da “azıcık da olsa Avrupalı” diye aralarına aldıkları günden beri iştirak ediyoruz bu şarkı yarışmasına. Herhalde ilk defa 1975 senesinde katılmıştı Türkiye. Biz o yıllarda da buna karşı çıkmış ve şöyle dile getirmiştik: “Yahu adamların müziğini taklit et, giyimini- kuşamını taklit et, hal ve tavrını taklit et. Ondan sonra da onlarla boy ölçüşecek bir yarışmaya gir. Adamlar, aslı ve orijinali varken seni niye seçsinler ki? Halbuki, bizim o biçim mûsikimiz var. Eğer, illa o yarışmaya girilecekse onlarla girilse daha iyi olmaz mı? Gerek şarkılarımız, gerek Türkülerimiz ve (Dünya’nın neresinde bir yarışma veya konsere gitse hep birinci gelen) mehter müziğimiz gibi yabancıların da hayranlıkla dinlediği eserlerimiz var.”
Ha, son senelerde dereceye girip, birincilik alındığı da oldu. Ama ben bunların altında bir hinoğlu hinlik olduğunu tahmin ediyorum. İkinci Avrupa olan bozuk ve sefih kısmının bize bir tuzağı bu. Tıpkı 30’lu yıllarda yapılan dünya güzellik yarışmasındaki bir Türk kızının birinci geldiği gibi. Kerim bir zatın ikramı olan güzelliğini yanlış yolda kullanan o kızın (şimdi kabirde toprak oldu) birinci getirildiği çok iyi biliniyordu. Niye? Çünkü; Osmanlı’dan yeni sıyrılmış ve mahremiyetin her şeyine dikkat eden, (hatta bu uğurda mücadele veren ve İstiklâl Savaşının dahi başlangıcı sayılan, tesettürlü kadınlarımıza saldıran Fransız askerlerine karşı Sütçü İmamın karşı koyması hareketi) asil bir milletin kızının, adeta namusu ortaya dökülmüştü. Yani yıllarca zorla, silâhla yapamadıkları şeyi bir milletin sefihleri kendi elleriyle kızlarını âleme teşhir ediyorlardı. Tabi, onlar için bulunmaz bir fırsat olan bu yarışmada elbette terviç ve teşvik babında bu kız birinci ilân edilecekti. İşte onun gibi, bizim özümüzden uzaklaştığımız her hadise Avrupa dessasları tarafından teşvik ediliyor. Yoksa dediğimiz gibi, orijinali varken niye taklidine geçit versinler ki?
Ayrıca bu yarışmaya katılmak için kucaklar dolusu para-ki milletin cebinden çıkıyor-harcanıyor. 2004 yılında Türkiye’de yapılan bu yarışmada 10 trilyon paramız gitmişti. Zavallı fakir-fukaranın haklarını böyle lüzumsuzca savuranlara Allah insaf versin. Kendi kültürümüz olmayan her yabancı kaynaklı şey, bize maddî-manevî zarar vermektedir.
Kendi kültürümüzden bahsederken, bu konuyla tam alâkası olmasa da öz değerimiz ve kültürümüzle ilgili ta 70’li yıllarda Yeni Asya’da okuduğum bir yazıyı hatırladım. Gürbüz Azak gazetemizde yazıyordu o zaman. Onun bir yazısıydı bu. Daha sonra yine yayınlarımız arasında “Dostlara mektup” diye kitaplaştırılan eserde geçen bir hatıra var şöyle ki:
1974 yılında Türkiye’ye bir Alman profesör geldi. Süleymaniye Camiinden bir türlü koparamadılar. Hayranlığı o derece büyüktü ki, günlerce onu Süleymaniye’den ayıramadılar. Sonunda kendisine refakat edenlere ansızın soruverdi:
-Bu muhteşem medeniyetin harikulâde mimarisi karşısında şaşkınlığım büyük. Ama,bu mimarinin mutlaka musikisi de olmalı. Bana o musikiyi lütfen dinletiniz…
Alman profesöre türküler dinletildi. Profesör
-Hayır, dedi. Bu müzik, o mimarinin müziği değil…
Alman profesöre şarkılar dinlettiler… O yine:
-Bu da değil, dedi.
Aradan üç gün geçti. Profesör Almanya’ya dönmek için hazırlıklara başladı. İstanbul’un Harbiye semtindeki bir uçak şirketi bürosundan bilet aldı. Tam kapıdan çıkarken dehşet içinde durakladı:
-Tamam! diye bağırdı…O büyük mimarinin musikisini duyuyorum…
O esnada, Harbiye’deki orduevindeki askerler Mehter Marşı çalışmaları yapıyordu. Profesör, az önce aldığı uçak biletini hemencecik iptal edip koşa koşa orduevine gitti: Gözleri pırıl pırıldı. Prova yapan askerlerin arasına karıştı. Şöyle mırıldanıyordu:
-Biliyordum… Biliyordum… O mimarinin mutlaka mûsikisi olmalıydı. Yoksa Türkler bu camiyi yapamazdı…
Gördünüz işte bizim öz değerlerimizi. Burada, şu anda yayın yapan sağ yelpazedeki birçok radyo ve televizyona da, mehter marşlarına az yer ayırdıklarını hatırlatalım.
|