"İslâmın toplumun her yönüne (iktisadî, siyasî, sosyo-kültürel) hakim olmasını öngören bir siyasî anlayış” olan İslâmcılık, 19. yüzyılın, bugün de devamlılığı olan, temel fikirlerindendir. İslâm ahlâkını ve inanç prensiplerini ferdî ve sosyal hayata uygulamada problemler yaşadığımız bir ortamda, İslâmcılık siyasetinin ön gördüğü tarzda, problemleri siyaseten çözebilme iddiasıyla iktidara talip olma düşüncesi İslâm dünyasının kendi içinde yaşadığı en büyük iç çatışmalarından biridir.
İdeolojisi bir tarafa, İslâm ile özdeşleşen bu kavramın savunucularının her şeyden önce—en az bir Mehmet Âkif kadar—İslâm üzere olmaları ve bütün hayatlarını buna göre dizayn etmeleri beklenir. İslâmdan teberri etmiş, İslâmın bireysel ve sosyal hayata bakan prensiplerini özümseyememiş olanların siyaseten bir hayal ülkesi arzulamaları bana pek ütopik gelmektedir. Aynı şekilde, içselleştiremediğimiz adalet, hakka taraftar olma, hoşgörü gibi bazı temel prensiplerin iktidar yoluyla yaygınlaştırılmasını beklemek de bir o kadar problemlidir. Bu da başka bir yazının konusu olsun.
Yaşadığımız süreci tarihî derinliğiyle birlikte iyi okuyamadığımız takdirde gelenekselleşen jakobenist tavır ve uygulamaların tekerrürüne şahit olmaya devam edeceğiz. Son ‘parti kapatma’ dâvâsıyla bir kez daha ortaya çıktı ki, devlet merkezli kodlar bugün de belirleyici bir unsurdur. Otoriter eğilimler hak ve hürriyetlerin sürekli ötelenmesine yol açmaktadır. Bu hak ve hürriyetlerin önünü açacağını beyan eden iktidarın ülkemizi kaotik bir ortama sürükleyen böyle bir sürece girilmezden önce tedbirler alması gerekirdi.
Dillerde pelesenk olan “sivil anayasa”nın bir türlü gün yüzüne çıkamayışı otokratik anlayışın elini güçlendirdi. Demokrasi kavramının ifade ettiği anlama uygun şekilde uygulama sahalarını açması gereken düzenlemeler nedense bir türlü yapılamadı. Şu anda olduğu gibi, laiklik karşıtlığıyla ilgili suçlamaları bertaraf etmek için zaten sorunun temel kaynağı olan otoriter sisteme eklemlenme, ona şirin gözükme çabası ise Ömer Çaha’nın bir röportajında ifade ettiği “laik rejim 2000’li yıllarda, özellikle AKP’nin iktidara geldiği dönemde güçlü olduğu kadar, cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu kadar güçlü olmamıştır” tezini doğrulamakta.
Açıkçası, küresel bir mimarinin eseri olan AKP’nin Cumhuriyet tarihinin en güçlü iktidarlarından birini elde etmesine rağmen demokratik açılımlar sergileyebileceğine ihtimal vermiyordum. Zira AKP’nin genetik kodları “Değiştik, gömlek çıkardık” söylemleriyle değişecek kadar kolay çözümlenebilir değil. AKP cumhuriyet ve demokrasi gibi kavramların İslâmda yerinin olmadığını, bunların tamamen Batı kültürünün bir sonucu olduğunu söyleyen Siyasal İslâmcı bir gelenekten geliyor. Bu algılayış, ülkemizde demokrasinin yerleşmesindeki en büyük engellerden biri olmuştur. Bu anlayışın, tersinden bir okumayla, İslâmı cumhuriyete ve demokrasiye lâyık görmeyen bir algılama biçiminden farklı bir yanı yoktur. Üçüncü bir yorum, cumhuriyet ve demokrasi gibi kavramların esasen İslâmî olduğunu, İslâmın ilk devirlerindeki pratiklerin bunun delili sayılabileceğini savunan bir algılama biçimine aittir. Bediüzzaman’ın Meşrutiyet’ten itibaren savunduğu, İslâm toplumlarında demokrasi kültürünün ve hukuk değerlerinin yerleşmesi açısından önemli olan bu bakış açısına ve tecrübeye ilk iki görüş ne yazık ki pek itibar etmemişlerdir.
Geçmişte İslâm adına demokrasiye karşı çıkanların bugün bu kavramlardan medet ummaları gelinen nokta açısından önemlidir; ancak benim dikkat çekmek istediğim asıl husus şudur:
İslâm, hayatın bütün alanlarını kuşatan bir değerler sistemi sunmuştur. Bu sebeple İslâm hakikatleri şartlara, zemine, şuna buna göre değişkenlik göstermez. Şartlara ve zemine göre bir İslâmcılık algısı da her şeyden önce İslâmla bağdaşmaz.
Beni üzen ve endişelendiren; özünde adalet, doğruluk, sadakat gibi olguların; sevgi, şefkat ve hoşgörü gibi hasletlerin yer aldığı İslâm düşüncesinin siyasallaştırılarak konjonktürel hale getirilmesidir. Bulunduğu konumu koruyabilmek için taviz vermek, olduğundan farklı gibi görünmeye çalışmak, temelinde fikirlere karşı hoşgörü ve insan haklarına saygı olan demokrasiyi lâzım olduğunda hatırlamak dindar kimliğini taşıyanlara yakışır mıydı?
Siyaset, “İslâm” algısını değiştirebilecek davranışların sergilendiği bir sahne oldu ne yazık ki! Yaşananlar karşısında “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınma” sebeplerini insan daha iyi anlıyor.
22.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|