Ayşe Hanım: “Kalbin mühürlenmesi ne demektir? Allah o mührü dilerse açmaz mı?”
Kalbin mühürlenmesi, Cehennemvârî bir cezadır. İnsan, kendi kalbini kendi ameliyle mühürletmektedir. Yerden ve gökten hak fışkırıyorken, her bir zerre Allah’ın şahidi hükmünde iken, her gün sayısız şahitler insanın kafasına, gözüne, kulağına, dimağına, aklına, düşünce sahasına, fikir alanına, irade plânına sunulmuşken; bunları görmemek, işitmemek, duymamak, akl etmemek, düşünmemek; bununla beraber, hakkı inkâr etmek, hakîkatı yalanlamak, doğrulara inanmamak, Allah’ın nimetlerini tekzip etmek, insanı–maazallah—Allah’ın rahmetinin uzağına atar. Yani insan kendi sonunu kendi elleriyle hazırlar; kendisi hakkındaki kararı kendisi verir, kendi ipini kendisi çeker. “İnsan yaptıklarına rehindir”1 âyeti bunu ifâde eder. Öyle ki insan, kendi amelinin esiridir; kendi davranışlarının kölesidir; ne çekiyorsa, kendi ellerinden ve davranışlarından çekiyor; ne yapıyorsa kendisine yapıyor. İnsan, kendi elbisesini kendisi biçiyor, kendisi dikiyor.
Oysa Allah Ğafûr ve Rahîm’dir. Allah bütün günahları bağışlar. Allah bütün kötülükleri iyiliklere tebdil eder. Allah mağfiret ve merhamet sahibidir. Allah’ın mağfireti ve merhameti, gazabını geçmiştir.
Ancak Allah’ın kötülükleri örtmesi, silmesi, affetmesi ve onu iyiliklere çevirmesi kulun iman ve salih amel noktasındaki temayülüne bağlıdır.2 İnsan, bu temayülden başka bir şey yapıyor değildir zaten. Kalpte bu yönelişin sebatı önemlidir. Hakka doğru tek bir adım! Bir adım daha! Hani yeni yürümeye başlayan çocuklar gibi, düşe kalka... Allah kendisine doğru düşe kalka da olsa yürüyüş sahiplerinin ellerinden tutuyor, Rahmetine celp ediyor, hidayetini lütfediyor, günahlarını bağışlıyor. Yani kul her şeyi eksiksiz yapıyor da, Allah ondan sonra kabul ediyor değil. Yani kul eğrisiyle, büğrüsüyle yöneliyor;—kul yeter ki yönelsin—Allah affediyor ve kabul ediyor. İşte ibadetler, esasen bir yönelişten ibarettir. Kul yönelirse, Allah—inşaallah—kalplerin kilidini açıyor, mühürleri bozuyor. Yeter ki, kul, ortaya “bir adım” koysun.
Ama kul, yöneliş göstermemekle beraber, haktan, hakikatten, Allah’ın apaçık rahmetinden ve davetinden yüz çevirmişse, kendi elleriyle kulaklarını hakka kapatmış, gözünü hakikatlere karşı perdelemiş ve kalbini duygusuz taşlar gibi katılaştırmış ve mühürlemiş olmaktadır.
***
Ercan Bey: “‘Ümmetim dalâlet üzere ittifak etmeyecektir. Siz bir ihtilâf gördüğünüzde sevad-ı azama tâbi olunuz’3 hadisini açıklar mısınız?”
Dalâlet üzerinde birleşmemek, Hazret-i Muhammed’in (asm) ümmetinin mühim bir imtiyazıdır. Böyle bir mümtaz şahsiyete (asm) ümmet olduğumuz için Rabb-i Rahîm’imize ne kadar şükretsek azdır. Mensubu bulunmakla şeref duyduğumuz “ümmet”in, Allah’ın rahmetine ne derece gark edilmiş olduğu bu hadisten anlaşılmaktadır. Çünkü “dalâlette birleşmemek” diğer ümmetlere nasip olmamış eşsiz bir nimettir.
Ümmetin dalâlet üzerine ittifak etmeyeceği, dalâlet fırkalarının çıkmayacağı mânâsında söylenmiş değildir. Dalâlet fırkaları çıkacaktır. Nitekim bir başka hadis-i şerifte Allah Resûlü (asm), “Ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bunlardan yetmiş ikisi cehennemde, biri de Cennette olacaktır” buyurmuş; “Cennette olan kimlerdir Ya Resûlallah?” diye sorulduğunda da, “Benim ve ashabımın yolunda olanlar” buyurmuştur.4
Burada bahsi geçen yetmiş iki fırka dalâlet fırkalarıdır. Kurtulan fırka ise, sünnet-i seniyyeyi esas alan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin yoludur. Demek “sevâd-ı azam” yani ümmetin kahir ekseriyeti ehl-i sünnet yolunda olacaktır. Dalâlet fırkalarının sayısı ne kadar çok olursa olsun, Allah’ın müsaade etmemesi neticesinde, etkileri ve güçleri zayıf olacak, ümmetin ekseriyetine söz dinletemeyecek, çoğunluğun sağduyusunu bozmaya güç yetiremeyecek, ekseriyetin inancını ve anlayışını idlâl edemeyecek, İslâm toplumunu dalâlete atamayacaktır.
Bu hükmü anlamak için, ülkemizde ihtilâfa konu edilen bir çok mesele hakkında ümmetin kahir ekseriyetinin hilâfsız birleşmiş olduğuna bakmamız yeterlidir. Söz gelişi başörtüsünün, ya da ezanın nasıl okunacağı meselesinin veya namazın kaç vakit olduğunun “dindeki yerini” anlamak için doğudan batıya, kuzeyden güneye, Türkiye’den Endonezya’ya Müslüman çoğunluğun “ameline” bakmak kâfidir. İhtilaf mı var, ittifak mı?
Demek, ihtilâflı meselelerde çelişkiye düşenler, ümmet ekseriyetinin ameline ittiba ederlerse, Cadde-yi Kübrâyı (geniş ve büyük caddeyi) bulmuş olacaklardır. Çünkü ümmet-i Muhammed (asm), Allah’ın izniyle, dalâlette ittifak etmemiştir.
Dipnotlar:
1- Tûr Sûresi, 52/21;Müddessir Sûresi, 74/38, 2- Ankebût Sûresi, 29/7, 3- C. Sağîr, 1/582, 4- Tirmizî, 2/107
09.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|