Hangi nefis temize çıkarılabilir, içinde iman taşıyan hangi kalp küçümsenebilir? Küçük işler, küçük hesaplar, küçük makamlar, küçük hazlar peşinde koşmak; ne kadar haysiyet küçültücü, kalbi perdeleyici, zihni örtücü, idraki daraltıcı…
Bu bana böyle dedi, şuna şöyle dedi, buna öyle baktı; fasit dairede kazananı olmayan mücadele… Galibi de mağlubu da bir, konuşan kaybediyor, dinleyen zarar ediyor… Sükûn içen içini temizliyor, sabır soluyan sadrını nurlandırıyor, zandan kaçınan zulümden kurtuluyor, gıybet etmeyen yüceliyor…
Uygulanmayan bilmek, hayata hâkim olmayan hikmet ne işe yarar? Hayata geçmeyen iman; yeniden ele alınmayı, yenilenmeyi, derinlere inmeyi bekliyor… Kendini bilmek için okumalı evvelâ kişi, kendini bilmeden okumalar yarım okumalardır; meyvenin hamı, pişmeyen yemek, yolun yarısı gibi…
“Kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde fazîletfüruşluk nev'înden gıpta damarını tahrik etmemek.” Kaç defa okunsa anlaşılır, hale yansımadıkça hayata akmadıkça, kaç bin defa okunsa ne kıymet ifade eder? Keyfiyete işlemeyen kemiyet kazanımlar, ne kâr sağlar? Kömür çokluğu elmas karşısında bir kıymet ifade eder mi? Kalbe işlemeyen, sadra yansımayan kelâmlar; kömür kabartmasından ve karartmasından başka ne iş işler?
Okumak yetmiyor anlamadıkça, anlamak yetmiyor idrak etmedikçe, idrak etmek yetmiyor ruha işlemedikçe… Niyetleri temizlemedikçe, niyete ruh, ruha ihlâs katmadıkça konuşmalar tenden öteye geçmiyor…
Akıl midesine gelen hikmet, kalp kabıyla bütün lâtifelere, lâtifelerden azalara taşınırsa tasannu, ucb, fahr, riya, şöhret, gıybet, haset, nefret, boş konuşma gibi kötü hasletler uzak olur; nefis kandıramaz, şeytan kancayı takamaz… Nefsiyle mücadele ve mücahede eden, şeytandan istiâze ve istiğfarla Allah’a sığınan; vakti kalmaz ki mü’min kardeşiyle didişsin, onunla çekişsin, onunla çatışsın…
Muhabbet ve uhuvvet kalır geriye; kardeşinin hatasını görürse Settar ismi tefekkürüyle hatayı örtmeye çalışır, Rahîm, Gafur isimlerine âyine olmak ister, afla yaklaşır, bağışlamakla bağrına basar…
Bediüzzaman bir başına nasıl meydan okumuştur? “Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz”i yaşayarak, hilesizliği en büyük hile sayarak, “Sizin vazifeniz hizmet değil, muhabbet, uhuvvet, tesanüdü sağlamaktır”ı ihtar ederek…
Hiçbirimiz kusursuz değil, hiçbir zaman da kusursuz olmayacağız; bize düşen kusur gösterici olmak değil, kusur örtücü olmak… Okumaksa önce kendimize okumak, itham etmekse nefsimize itham etmek, şefkat etmekse kalplere şefkat etmek, nefret ise nefrete, kinse kine, adavetse adavete, muhabbetse muhabbete…
Bütünün parçaları birbiriyle çarpışırsa bütün nasıl var olur? Vücud nasıl devam eder, fabrika nasıl çalışır? Gün olur vücud sönmez, fabrika çark etmez mi?
İyisi mi başkalarıyla konuşma kalabalığında kaybolmaktansa, suskunluğun derinliğinde, her birimiz hepimiz için hep birlikte çağlayalım: “Ya Rab kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emaneti kabzetmek zamanına kadar emanette emin kıl.”
Ve ekleyelim: “Allah’ım, bizi nefsin ve şeytanın şerrinden, insî ve cinnî şeytanların şerrinden muhafaza eyle.” Âmin.
06.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|