AKP, “Demokrasi manifestosu olarak tarihe geçecek” dediği ön savunmasını tamamlayıp Anayasa Mahkemesine teslim etti. Mahkeme de Yargıtay Başsavcılığına iletti.
Savunmanın tam metni şu anda sadece AKP ile bu iki kurumun elinde. Metnin içeriğiyle ilgili olarak medyada çıkan bilgiler ise kırık dökük.
Her gün farklı bir gazetede farklı bilgiler çıkıyor. Ancak metnin bütünü henüz ortada yok.
AKP yöneticileri savunmayı AYM’ye teslim ederken, metni kamuoyuna açıklayıp açıklamayacaklarına dair bir karar alınmadığını söylediler.
Ama orasından burasından bölük pörçük sızdırmalara dayalı yayınlar sürüyor. Bu durumda, eksik yansıtmalara dayalı yanlış değerlendirmelerin önüne geçebilmek için, metnin tamamının bir an önce açıklanması daha isabetli olmaz mı?
Tabiî, AKP yaptığı savunmaya güveniyorsa!
Medyada çıkan bilgiler pek öyle göstermiyor.
Bunlara bakılırsa, AKP’yi kapatılmaktan kurtarmak için, hükümet ve bakanlıkların iddianameye konu olan icraatlarına bile sahip çıkılmıyor.
“Hükümetin, Millî Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere bakanlıkların, Diyanet’in ve belediyelerin eylemleri partiyi bağlamaz” deniliyor.
Gerekçe olarak, bütün bu icraatların Danıştay denetimine tâbi olduğu argümanı öne sürülüyor.
Aynı savunma, Genel Başkanın 1994-95 yıllarındaki söylemleri için de tekrarlanıyor, “AKP 2001’de kuruldu; ondan önceki eylem ve söylemlerin sorumluluğu partiye yüklenemez” deniliyor.
Keza Bülent Arınç’ın Meclis Başkanı olduğu dönemde söylediği ve kapatma talebinin dayandırıldığı deliller meyanında iddianameye konulan sözleri için, “Meclis Başkanı seçildiği an partiyle ilişkisi kesilmiştir, dolayısıyla o sözleri partinin tüzel kişiliğini bağlamaz” savunması yapılıyor.
Böylece, iddianamedeki suçlamalar zımnen kabul edilmiş, ancak bunların partiyi bağlamayacağı ileri sürülerek işin içinden sıyrılma yolu tercih edilmiş gibi tuhaf bir görüntü ortaya çıkıyor.
Diğer unsurlar da bu görüntüyü tamamlıyor.
Demirel’in Köprü dergisine verdiği, 1991’de “İslâm Demokrasi Laiklik” kitabında bir araya getirdiğimiz mülâkatlarındaki laiklik tariflerinin referans gösterilmesi ve 1987’de yayınladığımız “İslâm ve Demokrasi” kitabından, yine Demirel’in “Atatürk’ün kurduğu devlet laik değildi, İslâm devletiydi” beyanının nakledilmesi gibi.
Veya Dışişleri Bakanı iken Fethullah Gülen’in yurt dışındaki okullarına sahip çıkmakla suçlanan Cumhurbaşkanı Gül’ü savunmak için, evvelce Özal, Demirel, Ecevit gibi isimlerin de bu okulları ziyaret ettikleri, övdükleri ve kuruldukları ülkelerin devlet başkanlarına özel mektuplar göndererek himaye ettikleri hatırlatılıyor.
Ya da beş buçuk yıllık AKP iktidarında tek bir imam hatip okulu dahi açılmazken, bu okulların en çok Demirel’in başbakan olduğu dönemlerde açıldığı bilgisi tekrar dikkatlere sunuluyor.
Böylece, savunma iki eksene oturtuluyor.
Birinde “İthamlar bizi bağlamaz” denilirken, diğerinde “Bunlar suçsa, çoğunu zaten biz işlemedik; Demirel başta olmak üzere bizden önce iktidar olanlar işledi” denilip top onlara atılarak sorumluluktan sıyrılma manevrası sergileniyor.
Hatırlanacağı gibi, AKP’nin lider kadrosunun uzun yıllar siyaset yaptığı RP de kapatma dâvâsına muhatap olduğunda kendisini savunmaya çalışırken aynı yolu takip etmiş, “163’ü biz kaldırmadık, imam hatipleri biz açmadık” demişti.
Ama yine de kapatılmaktan kurtulamadı.
Bir başka ilginç nokta, RP kapatıldıktan sonra Abdülkadir Aksu ve Ali Coşkun’la beraber katıldığı FP’ye karşı açılan kapatma dâvâsında bu partiyi AYM’de savunanlardan Cemil Çiçek’in, şimdi de AKP için aynı görevi üstlenmiş olması.
Ve AKP’ye kapatma dâvâsı açan Başsavcının siyaset yasağı konulmasını istediği partililer arasında, AKP ve hükümette önemli konumlarda bulunduğu halde Çiçek’in adının yer almaması.
Ya Çiçek’e atfedilen son beyanlara ne demeli?
06.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|