“Madem Rahîm bir Hâlıkımız var; bizim için gurbet
olamaz. Madem O var; bizim için herşey var.”
(Bediüzzaman)
Yalnızlık ömre zarar
Her canlı bir eş arar
Taşın kalbi yok ama
Onu da yosun sarar
İnsanı en çok rahatsız eden duygulardan birisi de, yalnızlık duygusudur. Başka insanlarla münasebetten men edilmek, hiç kimse ile görüştürülmemek, kimse ile konuşmasına müsaade edilmemek, insana verilecek en büyük cezalardan birisidir. Hapishanelerde bile cezayı ağırlaştırmak için mahkûmları tek kişilik hücrelere koyuyorlar. Yalnızlık duygusunu ona yaşatarak, suçundan dolayı pişman olmasını sağlamaya çalışıyorlar.
İnsanı tek başına hücreye değil de, bir saraya bile koysanız, yine huzur bulamayacak, “imdaat” diye bağıracaktır. Gümüş şamdanlar, billur avizeler, kristal eşyalar, som altından tahtlar, elmas taçlar, o insanın yalnızlığını ortadan kaldırmaz. En değerli mücevherlerle dolu hazineler de onu mutlu etmeye yetmez. Çünkü bunların hiçbirisi insanla konuşmaz, sorduklarına cevap vermez, derdini dinlemez, hâlini söylemez. Halbuki insan başkaları ile konuşmaya, sohbete, halleşmeye dertleşmeye muhtaçtır. İnsanın ayağına pranga, eline kelepçe vursanız o kadar acı çekmez, ama ağzını bağlasanız, diline kelepçe vursanız, çok daha fazla acı çeker.
Gecenin karanlığında, ıssız bir ormanda tek başına yürüyen bir insan, yalnız olduğunu düşündüğü zaman her adımında bin endişe duyar. Bir dal kımıldasa korkar, bir yaprak hışırdasa ürperir. Başının üzerinden geçen bir kuşun kanat seslerinden irkilir, uzaklardan gelen çakal seslerinden titrer, karşısına bir kurt veya aslan çıksa dehşete kapılır. Güzelim ormandaki yolculuğu ona zehir olur.
Aslında yalnızlık göreceli bir kavramdır. Birisi gece vakti gözünü semaya diker, yıldızları seyrederken, içini bir hüzün kaplar. Mutluluğun kendisine yıldızlar kadar uzak olduğunu düşünür. Her bir yıldızın tek başına, garip bir şekilde sonsuz uzay boşluğunda hüzünle dolaştıklarını hayal eder. Uzayın sonsuz genişliği, gecenin karanlığı, yıldızların yalnızlığı, kendi ruhunu da karartır. Kalbindeki hüzün yer ile gök arasını kaplayacak kadar genişler “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar/Yer yüzünde sizin kadar yalnızım” diyerek yıldızlarla birlikte gözyaşı döker.
Bir başkası ise sayısız yıldızların ışıl ışıl hareketlerini seyrederken onların mutluluğunu kendi ruhunda hisseder. Yıldızların yalnız olmadıklarını, birbirlerine yabancı değil, dost olduklarını görür. Aynı galakside kümelenen yıldızların, kapı bir komşu olduklarını, beraber sohbet ederek Cenâb-ı Hakk’ın haşmetini dile getirip birlikte zikrettiklerini, bu ibadet ve muhabbet ortamından sonsuz bir zevk aldıklarını düşünür. Keder ve hüzünlerini yıldızların mutluluğu ile giderir.
Issız ormanda, tek başına yolculuk yapan bir insan için de aynı durum geçerlidir. O insan bilse ve inansa ki, ormandaki her varlık, bir Mâlik’in mülkünde yaşayan, birbirlerine dostluk ve arkadaşlık bağı ile bağlı olan komşulardır. İnsan da onlar gibi aynı mekânı paylaşan bir dosttur. Çünkü hepsinin Hâlıkı bir, Mâliki bir, Mâbudu bir, Râzıkı bir, bine kadar birlerle birbirlerine bağlıdırlar. Her birisi, büyük bir ailenin küçük bir ferdi gibidir. Hayata ve kâinata bu gözle bakan insan, hiçbir zaman yalnızlık duygusu yaşamayacaktır. Çünkü hiç kimse yalnız değildir.
Konuşma ihtiyacı hissettiğinde, topraktan başını çıkarmış ve kendisini selâmlamakta olan bir çiçekle konuşur. Ona “Maşaallah, ne güzel yaratılmışsın, ne hoş bir kokun, ne güzel renklerin var” diye seslenir. Kalbinin kulağını açar ve dinlerse, çiçeğin de ona “Evet beni Rabbim güzel yarattı, ben de O’nun cemâlinin cilvesini yeryüzünde teşhir ediyor, her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederek tesbih ediyorum” dediğini işitecektir.
Hayattan dehşet yerine lezzet almak, hüzün yerine mutlulukla dolmak istiyorsak, kendimizi yalnızlıktan kurtaralım. Bunun için de önce kendimizle, sonra çevremizle tanışıp dost olalım. Mutluluklarımızı da, kederlerimizi de dostlarımızla paylaşalım.
Yunus Emre’nin dediği gibi, “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım.”
06.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|