İslâmiyetten önce, insanlığın ne kadar sefalet ve cehalet içinde olduğunu anlatmaya kelimeler kifayet etmez. “Cahiliye devri” denilen bu karanlık devirde, hak, adalet, vicdan, merhamet gibi duygular kalpleri terk etmiş, ilim, hikmet ve fazilet yeryüzünden çekilip gitmişti. İnsanlık, cehaletin karanlıklarında boğulmak üzereydi. Sadece, kalbi tamamen ölmemiş, aklı tamamen sönmemiş olanlar bir hidâyet güneşinin doğmasını beklemeye devam ediyorlardı. Nihayet beklenen güneş doğdu, bütün zulüm ve zulümatı ortadan kaldırdı. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “Şeriat-ı Garra zemine nüzûl etti; tâ ki, zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin, şu insaniyetten siyah lekesini izale etsin; hem de, izale etti.”
İslâmiyet güneşi, şeriat, hakikat ve adalet ışınları ile öyle parlak bir sûrette zuhur etti ki, yeryüzünü de, gökyüzünü de, insanların kalb, ruh ve gönül hanelerini de gaflet, dalâlet ve cehalet kirlerinden temizledi. İnsanlar, insan olduklarının, “Eşref-i Mahlûkat” olduklarının farkına vardılar. Dünyaya sihirli bir el dokunmuş gibi her şey “sırat-ı müstakîme” doğru yöneldi. Mazlûmlar zulümden, esirler esaretten, cahiller cehaletten kurtuldular. Cehâlet devri kapandı, medeniyet ve fazilet devri başladı. İslâmiyet güneşinin perdesiz olarak aydınlattığı o asır, tam bir saadet asrı oldu.
Hakikat Güneşi hangi coğrafyaya ulaştıysa, orası aydınlandı, nurlandı. O topraklara huzur, bereket, marifet ve medeniyet geldi. Yüzünü İslâmiyet Güneşine çeviren milletlerin yüzü parladı, en parlak medeniyetlere imza attılar. Türk Milleti de, bin yıldır bu güneşin nurundan istifade ettiği için, tarih şeridine şeref levhaları ekleyen milletlerin başında gelmektedir.
Tarih bize gösteriyor ki, ne zaman İslâmiyete (Allah’ın ipine) sımsıkı sarıldıysak, o zaman ilimde, teknikte, san'atta, siyasette ve ticarette, en ileri seviyelere ulaşmış, medeniyetin zirvelerine çıkmışız. Ne zaman ki elimizi İslâmiyette gevşettiysek, hemen sükût etmiş, cehalet, sefalet ve zaruret derelerine yuvarlanmışız. Saadetimizin kaynağının İslâmiyet olduğunu unuttuğumuz devirlerde, huzur ve saadetten de mahrum kalmışız.
Bu gün içinde bulunduğumuz buhranların da sebebi, İslâmiyet Güneşinden yeteri kadar faydalanamıyor olmamızdır. Zira, gaflet ve dalâletimizden dolayı, İslâm’ın özünü ve çekirdeğini ihmal ederek kabuğu ve dış görünüşü ile iştigal ettik. Ona karşı saygısızlık edip, lâyık olduğu hürmeti göstermedik. İslâmiyet üzerine uydurulmuş bazı hikâyeleri inanç esaslarının yerine koyduk, mecazları hakikat ile karıştırdık, cehaletimizden dolayı bid’alara ve hurafelere yöneldik. Hakikat güneşi olan İslâmiyet de, bize küstü, bizden yüz çevirdi, evham ve hayalât bulutlarının arkasına çekildi. Anlayışsızlığımızın, gaflet ve cehaletimizin cezası olarak bizi zillet ve sefalet içinde bıraktı.
Bizi bu sefaletten kurtaracak olan, yine onun merhametidir. Hata ve kusurlarımızı kabul ederek, kemâl-i hürmetle sadakat elimizi uzatır, özür dileyerek yeniden biât edersek, o da evham ve hayâlât bulutlarından tekrar başını çıkartacak, bizlere hak ve hakikat yolunu göstermeye devam edecektir.
Yolumuzu onun nuru ile aydınlattığımız takdirde, zulümâttan ve zilletten kurtulacak, saadet ve medeniyetin zirvelerine tekrar ulaşmış olacağız inşallah.
25.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|