Hakkında kapatma dâvâsı açılmış bir iktidar partisinin artık kontrol ve inisiyatifi büyük ölçüde elinden kaçırmış olduğunu düşünen bazı AKP’liler, bir an önce seçime gitmekten başka bir çare görmüyorlar.
Kapatma dâvâsı ile Türkiye’nin bir “ara rejim”e girdiğini belirten DP Genel Başkanı Süleyman Soylu da bu durumdan ancak seçimle çıkılabileceğini söylüyor. Tabiî, ara rejim nitelemesi ağır kaçabilir. Çünkü bu tabir, ülkenin ihtilâllerden sonra atamayla gelen ve millete hesap verme durumunda olmayan teknokrat hükümetlerce yönetildiği dönemler için kullanılıyor.
Halihazırda öyle bir durum yok. Meclis açık ve dokuz ay önce halkın yüzde 47’sinin oyu ile tek başına iktidar olmuş bir hükümet işbaşında.
Ama bu iktidarın zaten tartışma konusu olan muktedirliği, kapatma dâvâsı ile ağır bir darbe daha almış durumda. Onun için, süresinin sonuna gelmiş ve artık kalıcı icraat yapamaz durumdaki ABD başkanları için kullanılan “topal ördek” tabiri, şimdi AKP için de sarf edilmekte.
Eski dönemlerde seçimle gelen iktidarlara yapılan müdahaleler, asker eliyle gerçekleşiyordu.
Şimdi ise askerin yerini yargı aldı deniliyor; kapatma dâvâsı “yargı darbesi” olarak niteleniyor.
“Darbe” tabirini “abartılı” bulanlar olabilir.
Ama ortaya çıkan tablo, siyasî konularda da son sözü yargının söylediği, dolayısıyla demokratik rejimlerde siyasetin yapması gereken “ülkeyi yönetme” işinin re’sen yargıçlar tarafından devralındığı bir manzarayı gözler önüne seriyor.
Demokrasiye büyük zarar veren bu durum, haddizatında yargıyı da tahrip ediyor. Zira kesinlikle siyasetin dışında kalması gereken yargı kurumu, bu müdahalelerle siyasallaşıyor. Siyasallaşan yargının ilk kurbanı ise adalet oluyor.
Bu, çok derin ve köklü bir problem. Ve her yargı müdahalesi, çözümü daha da zorlaştırıyor. Çünkü çözümü bulacak merci olan Meclisi bloke ediyor, hükümeti de darboğaza sokuyor.
Peki, şu ortamda yeni bir seçim, Meclisi ve hükümeti bu durumdan çıkarmanın çaresi olabilir mi? Maalesef orada da ciddî kuşkular var.
Bir defa, Mecliste büyük çoğunluğa sahip iktidar partisini grogi vaziyetine sokan kapatma dâvâsı, geçen yıl 22 Temmuz’da yapılan son seçimden sadece sekiz ay sonra açıldı. Ve bilindiği gibi, o seçim 367 dayatmasına karşı, o dayatmaya tepkilerin zirveye tırmandığı bir ortamda yapıldığı için sandıktan böyle bir netice çıktı.
Şimdi de kapatma dâvâsına karşı çok daha keskinleşmiş tepkiler var. Onun için, bu psikolojik ortamda yapılacak seçim, AKP’nin alacağı oyları daha da arttırabilir. Ama bu artışın şekillendireceği yeni Meclis ve iktidar yapısı, kapatma dâvâsı açtıran zihniyeti frenleyebilir mi?
İşte temel sorun burada. Halk ve seçtikleri, “Değil yüzde 47, yüzde 97 oyla gelseniz dahi bizim dokunulmaz alanlarımıza giremez ve herhangi bir tasarrufta bulunamazsınız” diyen ve bunu deme cür’etini arkasındaki derin bağlantılarda bulan zihniyetin direnişiyle karşı karşıya.
Seçilmişlerin halktan aldıkları gücün bu derin örgütlenme karşısında çoğu zaman çaresiz kalması, demokrasinin kronik sorunu ve düğümü.
Ve yine halkın büyük ümitlerle seçtiği kadroların, bu düğümü çözebilecek feraset ve dirayeti gösterememeleri de bir başka önemli problem.
Altmış yılı aşan çok partili demokrasi hayatımızda şimdiye kadar aşamadığımız çok derin ve zorlu bir ikilem bu. Ve tek başına siyaset kurumu, bu sorunu çözmek için yeterli olamıyor.
Bu durumun önemli sebeplerinden biri, hür ve demokrat bir siyasetin sağlam zeminde kökleşmesine imkân verilmeyişi. Bir diğeri, böyle bir siyasetin, karşısında çoğu zaman etkisiz ve çaresiz kaldığı dayatmacı zihniyeti dengeleyecek güçlü bir sivil arkaplandan mahrum olması.
Çareyi ise, tarihî bir kavşakta “Millet irşad ve tenvir edilmelidir” diyerek bu sivil temelin inşasına da vurgu yapan Bediüzzaman gösteriyor.
26.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|