Bir âyet-i kerimede buyurulur ki: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, yakınlarınız, kazandığınız mallar, durgunlaşmasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve O'nun yolunda cihaddan daha sevgili ise, o zaman Allah’ın azâbı gelinceye kadar bekleyin. Allah, Kendisine itaatten çıkmış fâsıklar topluluğuna yol göstermez.”
Bu gözle bir de şu hadis-i şerife bakalım: “Verdiğini Allah için veren, vermediğini de Allah için vermeyen; sevdiğini Allah için seven, sevmediğini de Allah için sevmeyen kimse, tam imana kavuşmuş, imanını kemâle erdirmiş olur.”
Âyet-i kerimede ana-baba, oğul, kardeş, eş, yakınlar, mal, ticaret ve konutlarımıza olan sevginin hiçbir zaman Allah ve Resûlünün, onlar yolunda cihad etme sevgisinin yerine geçmemesi, onlardan fazla olmaması gerektiği üzerinde duruluyor. Aksi halde Allah’ın azabı söz konusu.
Hadis-i şerifte de dikkat çekilen noktalardan biri Allah için sevmenin tam, kâmil imanın gereklerinden olduğu.
Sahip olduğumuz her şey Allah’ındır. Bizde emaneten durmaktadır. Öyleyse yapabileceğimiz tek şey O'nun adına sevmekten ibaret olacaktır.
İçimizde bir sevgi duygusu var. Elbette leziz yiyecek ve içecekleri, annemizi, babamızı, eşimizi, çocuklarımızı, dostlarımızı, enbiya ve evliyayı, hayatı, gençliği, baharı, dünyayı seveceğiz. Tabiî bunları nefis hesabına sevmek de, Allah adına sevmek de söz konusu. Ancak yukarıdaki âyet ve hadis-i şerifte de dikkat çekildiği gibi Allah adına seversek bir anlam ve değer kazanır, sevaplı hâle gelir.
Peki, Allah adına nasıl seveceğiz bunları?
Sözler’de (32. Söz; 3. Mevkıf) konu gayet güzel işlenmiş. Buradaki açıklamalardan anladığımıza göre leziz yiyecek ve içecekleri, güzel meyveleri Cenâb-ı Hakkın birer ihsan ve ikramı olduğu için seversek Rahman ve Mün’im [Nimetlendiren] isimlerini sevmiş oluruz. Bu bir şükürdür aynı zamanda. Bu sevginin nefis hesabına değil, Allah adına oluşunun delili, meşrû dairede kanaatkârâne kazanmak, mütefekkirâne ve müteşekkirane yiyip içmektir.
Anne babayı şefkatle techiz edip onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onları sevmek Cenâb-ı Hakkın sevgisi hesabınadır.
Bu sevgi ve saygının Allah adına olmasının işareti onlar yaşlandıkları, hiçbir faydaları olmadığı ve bizi sıkıntıya attıklarında onları daha çok sevmek ve merhamet etmektir.
Evlâdı Allah adına sevmek, onları Allah’ın bir hediyesi olarak görüp şefkat ve merhametle eğitmek, maddî ve manevî tehlikelerden korumakla olur. Bu sevginin Allah için olduğunun işareti, vefat ettiklerinde sabredip şükretmek, feryat etmemek, “Hàlıkımın, benim nezaretime verdiği sevimli bir mahlûku idi. Şimdi hikmeti gereği benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte görünürde bir hissem varsa, hakikî bin hisse, onun Hàlıkına aittir. ‘Hüküm Allah’ındır’ deyip, teslim olmaktır.”
Dost ve ahbablar eğer iman ve salih amelleri itibariyle Allah’ın dostları iseler 'Allah için sevmek’ sırrınca o sevgi dahi Allah’a aittir.
Demek bütün mesele Allah adına sevebilmektir.
Konuya inşaallah yarın da devam edelim.
26.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|