Zevk ve lezzetlerin peşinde koştuğu gibi zaman zaman acı, üzüntü ve sıkıntılara da maruz kalabiliyor insan.
Zevk ve lezzetlere iradesiyle yönelirken bazan iradesi dışında üzerine acı, üzüntü ve sıkıntılar üşüşebiliyor.
Acaba hangisi daha kazançlı?
Acı, üzüntü, sıkıntı gibi görünüşte musibet gözüken şeylerin perde arkasını, sır ve inceliklerini bilmeyen insan “Birincisi daha kazançlı!” diyebilir. Oysa hangisinin hakkı verilebiliyorsa o daha kazançlıdır.
On iki imamdan birisi olan Zeynelâbidin Hazretlerinin şu duâsında bu gerçeği açıkça görmek mümkün. Şöyle yalvarıyor Allah’a: “Allah’ım, bedenimin şu ana kadar istifade ettiğim sağlık ve selâmetinden dolayı Sana hamd olsun. Vücudumda meydana getirdiğin hastalıktan dolayı da Sana hamd olsun.”
Görüldüğü gibi o büyük imam, sağlık nimetine hamd ettiği gibi, çoğu insanın farkına bile varamadığı hastalık için de şükrediyor.
Hastalık için sabretmek yetmiyor, sabırla üstesinden gelmeye çalışmak da yeterli değil. Ayrıca ona şükretmek de gerekiyor. İşte bu ince noktaya dikkat çekmiş Zeynelabidîn Hazretleri. Duânın devamında da buna açıklık getirmiş, sebebini açıklamış: “Ya Rabbi, bu iki durumdan hangisinin Sana şükretmeye daha lâyık, iki zamandan hangisinin Sana hamd etmeye daha uygun olduğunu bilemiyorum.”1
Lezzetler şükür içindir. Musibetler de şikâyete girmemeyi, tam tersi sabır ve şükretmeyi gerektirir. Hz. Süleyman (as) karıncanın sözünü işittiğinde tebessüm edip, “Ey Rabbim, bana, anne ve babama ihsan buyurduğun nimetlere şükretmeyi ve rızâna kavuşturacak işler yapmayı bana ilham et. Rahmetinle beni salih kullarının arasına kat”2 diye duâ etmişti.
Şükreden kazanıyor. Sabredip hamd eden de kazanıyor.
“‘Kadere iman eden kederden kurtulur’ kudsî kaidesini rehber et” diyen Bediüzzaman ise nefsi bu hususta şöyle susturuyor: “Hevesli, akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinden koşma. Düşün ki fani zevkler sana mânevî elemler, teessüfler bırakıyor; sıkıntılar, elemler ise, bilâkis manevî lezzetler ve uhrevî sevaplar veriyor. Zâten lezzetler şükür için verilmiş.”3
Demek nefis fanî, geçici ve ehemmiyetsiz zevkler, manevî acı ve üzüntüler bırakıyor. Allah yolunda çekilen sıkıntı ve acılar ise aksine mânevî lezzetler ve uhrevî sevaplar kazandırıyor. Aklı başında, uslu insanların işi değil böylesine acı ve hüzünler bırakan fanî zevklerin peşinde koşmak. Ancak hevesli, akılsız çocukların işi. Lezzetlerin şükür için verildiği unutulmamalı. Ruhu bedenine, kalbi nefsine, aklı midesine hakim olan ve lezzeti şükür için isteyen bir kimsenin ise leziz ve nefis şeylerden faydalanmasına hiçbir engel yok.
Ne dersiniz hangisi kazançlı: Acı ve üzüntü veren geçici zevk ve lezzetler mi? Yoksa büyük kazançlar sağlayan, sabredilen sıkıntı ve hüzünler mi?
Dipnotlar:
1- Zeynelâbidin’den Duâlar, s. 213.
2- Neml Sûresi: 19.
3- Emirdağ Lâhikası, s. 173.
17.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|