Lezzet ve zevke düşkün bir varlıktır insan ve bunların sona ermemesini ister. Ne var ki, âni ve fanîdir bu zevk ve lezzetler. Ne kadar istemese de biter, sona erer. Onu en çok üzen şey de bu zevk ve lezzetlerin sona ermesidir. Bundan dolayı bazan o kadar üzülür ki ağlamaktan kendini alamaz.
Zevk ve lezzetlerin özelliğidir bu. Üzülmek de insanın yapısından kaynaklanmakta, nefisten gelmektedir. Öyleyse nefsi bu noktada susturmak gerek.
Peki, nefis nasıl susturulur? Ona gerçekler gösterilerek. Onun içindir ki, Bediüzzaman Hazretleri, nefisle yaptığı münâzarâda nefse yanlışını göstererek onu şöyle susturmuş: “Sen, ânî ve fanî zevklerin bekasını arıyorsun.. Onun için onun zevâliyle [sona erişiyle] ağlamaya başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışının tam tokatını yersin. Bir dakika gülmeye bedel, on saat ağlıyorsun.”1
Demek âni ve fanî zevklerin sona ermemesini istiyor insan. Ama bu mümkün değil. Adı üstünde âni ve fanî. Yokluğa mahkûm. Bunu düşünemediğinde o zevkin sona ermesi mahvediyor insanı. Üzülmeye, ağlamaya başlıyor.
Evet, dünya zevk ve lezzetlerinin hem geçiciliğini unutuyor, hem de onlara sırf dünya için bakıyor. Öyle olunca da zevk ve lezzetlerine çok acılar karışıyor. Dünya fani ve lezzetleri nice acılarla karışık. Şu satırlar ne güzel anlatıyor bu gerçeği: “Nefs-i emmareyi taşıyanlara şu dünya gaddardır, mekkardır [aldatıcıdır]. Bir lezzet verse bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse yüz tokat vurur.”2
Kim bir üzüm tanesini yeme uğruna yüz tokata razı olur?
Oysa insan zevk ve lezzetleri Allah için istese o zaman zevk ve lezzet gerçek zevk ve lezzetlere dönüşecek, “Bunlar yok olsa da yerine gelen var” diye düşünecek ve fani olmaktan kurtulacak.
Kısaca gerçek zevk ve lezzet iman dairesinde, onlara Allah adına bakmaktadır. Mesnevî-i Nuriye’de denilir ki: “Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve ziynetleri, Hâlıkımızı, Malikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde, Cennet olsa bile, Cehennemdir. Evet, öyle gördüm ve öyle de zevk ettim. Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek, marifetullahtan başka birşey var mıdır? Evet, marifetullah olduktan sonra dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi, Cennete bile iştiyak geri kalır.”3
“Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz hayatınızı iman ile hayatlandırınız, feraizle [farzları yaparak] ziynetlendiriniz ve haramlardan çekinmekle muhafaza ediniz”4 diyen Bediüzzaman, hakikî zevk, elemsiz lezzet, kedersiz sevinç ve hayattaki saadetin yalnız imanda ve iman hakikatleri dairesinde bulunduğunu hatırlatıyor. “Yoksa dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesi yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır”5 diyor.
Demek dünya zevk ve lezzetlerine sırf dünya için bakmamak lâzım. Yoksa o zevk ve lezzetlere çok acılar karışır, zevk ve lezzet olmaktan çıkar, bir hüzün yumağı hâline gelir. Allah için baktığında ise hem onların devamlarını düşünür, onları Allah’ın bir ihsan ve ikramı olarak gördüğü için lezzeti yüz kata daha artar. O ölçüde de sevap kazanır.
Dipnotlar: 1- Emirdağ Lâhikası, s. 173., 2- Mesnevî-i Nuriye, s. 143., 3- A.g.e., s. 89., 4- Sözler, s. 134., 5- A.g.e., s. 137.
14.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|