İslâm denge dinidir. Fatiha Sûresinde okuyageldiğimiz “Dosdoğru yolda sabit kıl”1 duasında Allah’tan istediğimiz şey bu dengeli yaşayıştır. Yani “Ya Rabbi, bizi akıl, öfke ve şehvetin ortası olan iffet, hikmet ve şecaattan ayırma. Aşırılıklardan muhafaza eyle” demek istiyoruz.
Bu duâ hayatın her kesimi ve her iş için geçerlidir. Dünyayla ilgili konularda da dengeyi korumakla mükellefiz. Ne bütün bütün dünyaya sarılacak, ne de bütün bütün dünyayı terk edececeğiz. Nerede, nasıl davranacağını bilirsek bu hususta da dengeyi korumuş oluruz.
Peki, bu dengeyi nasıl kurmalı insan? Sonsuzluk yolcuğumuzun rehberi olan Resûl-i Ekrem (a.s.m.) ne güzel koymuş bu ölçüyü. Buyuruyorlar ki; “Sizin hayırlınız, ne ahireti için dünyasını, ne de dünyası için ahiretini terk edendir.”2
Demek dünya da, ahiret de terk edilmeyecek, ikisine birlikte eğilinecektir.
Dünyada ebedî kalmak için değil, ebedî hayatı kazanmak için bulunuyoruz. Dünyada bulunuş misyonunu aklından çıkarmayan insan bu hususta ölçüyü, dengeyi bulmakta zorlanmayacaktır. Abdullah bin Ömer’in şahsında Allah Resûlü (a.s.m.) bu misyonumuzu şöyle özetlemiş: “Dünyada kendini bir misafir ve yolcu gibi gör.”
Sonra Abdullah bin Ömer buna dayanarak şu dersi çıkarmış kendi kendine: “Akşama ulaştığında sabaha çıkacağına mutlak gözüyle bakma. Sabaha erdiğinde de akşama erişeceğini bekleme. Sağlıklı olduğunda hastalığın için hayatta iken de ölümün için hazırlık yapmaya bak.”3
Ne kadar güzel bir ölçü. Peki, kendimizi ebedî hayatın yolcusu ve dünyada bir misafir olarak gördük. Ölümden sonrasını unutmayıp orada geçerli şeylere ağırlık verdik. Ne kadar ve ne ölçüde dünyaya ve ahirete çalışacak insan?
Bunun da cevabı “Hiç ölmeyecekmişcesine dünyaya, yarın ölecekmişcesine de ahirete çalışın” hakikatinde. Bunu Peygamberimiz (a.s.m.), hadis-i şeriflerinde şöyle formüle etmiş: “Dünya işlerinizi derli toplu ve düzgün yapınız. Yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalışınız.”4
Allah için olmayan fanî dünya işlerinin kırılacak şişe hükmünde, ebedî olan ahiret işlerinin de elmas hükmünde olduğunu biliyoruz. İster dünya, ister ahiret işi olsun kişi, yaptığını Allah için yaparsa, fani malını da bakileştirmiş olur. Sırf dünya için olsa, Allah rızası gözetilmezse insan neye sahip olursa olsun hepsi dünyada kalır, ahiretine hiçbir şey götüremez. Sorgusu suali de cabası.
Kur’ân bu gerçeği gözardı edip fani dünyayı baki âleme tercih etmeyi açıkça kınayarak şöyle buyurur: “Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler, halkı Allah yolundan alıkoyarlar ve doğru yolu eğri göstermeye çalışırlar. Öyleleri, haktan pek uzak bir sapıklık içindedirler.”5
Bir âyette de mal ve evlâtların dünya hayatının süsü olduğu belirtildikten sonra baki kalan salih işlerin ise, Cenâb-ı Hakkın katında sevapça daha hayırlı, ümit bağlamaya da daha lâyık6 olduğuna dikkat çekilmiştir.
Dünya hayatının süsü olan fani mal ve evlâtlar da bakileştirilip sevapça daha hayırlı, ümit bağlamaya daha lâyık hâle getirilebilir. Bunun şartı da bunların gereklerini yerine getirmektir. İşte dünya-ahiret dengesi, faniyi bakiye tebdil etmenin çaresi!
Dipnotlar:
1. Fatiha Suresi: 4.; 2. Keşfü’l-Hafa, 1:393.; 3. Buharî, Rekaik: 3; 4. Feyzü’l-Kadir, 1:532.; 5. İbrahim Suresi: 3.; 6. Kehf Suresi: 46.;
07.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|