Hayır ve Hak din, galebe edecektir
Acaba hiç mümkün müdür ki, nev-î beşer, şekâvetiyle bu kadar fenlerin şehadetini cerh edip, bu istikrâ-i tâmmeyi kırıp, meşîet-i İlâhiyeye ve kâinatı içine alan hikmet-i ezeliyeye karşı temerrüd edip, şimdiye kadar ekseriyetle yaptığı gibi, o zâlimane vahşetinde ve mütemerridâne küfründe ve dehşetli tahribatında devam edebilsin? Ve İslâmiyet aleyhinde bu halin devam etmesi hiç mümkün müdür?
Ben bütün kuvvetimle, hadsiz lisanım olsa, o hadsiz lisanlarla kasem ederim ki, âlemi bu nizam-ı ekmel ile, bu kâinatı zerreden seyyarata kadar, sinek kanadından semavat kandillerine kadar nihayet bir hikmet-i intizam ile halkeden Hakîm-i Zülcelâle ve Sâni-i Zülcemâle o hadsiz lisanlarla kasem ediyoruz ki, beşer hiçbir cihetle bütün enva-i kâinata muhalif olarak ve küçük kardeşleri olan sair tâifelere zıt olarak kâinattaki nizama, küllî şerleriyle muhalefet edip nev-î beşerde şerrin hayra galebesine binler senede sebep olan o zakkumları yiyip hazmetmesi mümkün değil.
Bunun imkânı ancak ve ancak bu farz-ı muhal ile olabilir ki, beşer bu âleme emanet-i kübrâ mertebesinde ve halife-i rû-yi zemin makamında sair envâ-ı kâinata büyük ve mükerrem bir kardeş olduğu halde en edna, en berbat, en perişan, en muzır ve ehemmiyetsiz, hırsızcasına ve dolayısıyla bu kâinat içine girmiş, karıştırmış. Bu farz-ı muhal, hiçbir cihetle kabul olunamaz.
Bu hakikat için, elbette bu yarım bürhanımız netice veriyor ki, âhirette Cennet ve Cehennemin zarurî vücutları gibi hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Tâ ki, nev-î beşerde dahi sâir nevîler gibi hayır ve fazîlet galib-i mutlak olacak. Tâ beşer de sair kâinattaki kardeşlerine müsâvi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev-î beşerde dahi “takarrur etti” denilebilsin.
Elhasıl: Madem mezkûr kat’î hakikatlarla bu kâinatta en müntehap netice ve Hâlıkın nazarında en ehemmiyetli mahlûk beşerdir. Elbette ve elbette ve hayat-ı bâkiyede Cennet ve Cehennemi, bilbedahe beşerdeki şimdiye kadar zâlimane vaziyetler Cehennemin vücudunu; ve fıtratındaki küllî istidâdât-ı kemâliyesi ve kâinatı alâkadar eden hakâik-i imaniyesi, Cenneti bedahetle istilzam ettiği gibi, her halde iki harb-i umumî ile ettiği ve kâinatı ağlattıran cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerleri hazmetmediği için kustuğu ve zeminin bütün yüzünü pislendirdiği vaziyetiyle, beşeriyeti en berbat bir dereceye düşürüp bin senelik terakkiyâtını zir ü zeber etmek cinayetini beşer hazmetmeyecek. Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakâik-i İslâmiye beşeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve rû-yi zemini temizlemeye ve sulh-u umumiyi temin etmeye vesile olmasını Rahman-ı Rahîmin rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.
Hutbe-i Şâmiye, s. 46-48
LUGATÇE:
nev-î beşer: İnsanoğlu.
şekâvet: Sıkıntı içerisinde olma.
cerh: Yaralama.
istikrâ-i tâmme: Tam bir araştırma neticesinde verilen karar.
meşîet-i İlâhiye: Allah’ın istemesi, iradesi.
hikmet-i ezeliye: Ezelî hikmet.
temerrüd: İnat.
mütemerridâne: İnat edercesine.
nizam-ı ekmel: Mükemmel düzen.
hikmet-i intizam: İntizamın hikmeti.
halk: Yaratma.
enva-i kâinat: Kâinatın nev’leri.
halife-i rû-yi zemin: Yeryüzünün halifesi.
istidâdât-ı kemâliye: Mükemmelliğe ait
istidatlar.
istilzam: Lüzumlu kılma, gerektirme.
esfel-i safilîn: Aşağıların en aşağısı.
sırr-ı hikmet-i ezeliye: Ezelî hikmetin sırrı.
|