2008, II. Meşrutiyetin ilânını hatırlatıyor bize. O günden bugüne yüz sene geçti aradan. Demokrasi yolunda aldığımız yola bakarsak ondan ne kadar istifade ettiğimizi daha iyi anlarız. Bediüzzaman Hazretleri, “Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz”1 diye boşuna dememişti.
30 Mart 2008 Pazar Günü mânevî bir ziyafete sahne olan İstanbul Taksim’deki Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda avukat Kadir Akbaş’ın yönettiği, değerli ilim adamlarımızın katıldığı panelde meşrutiyet ve demokrasi konularını dinledik.
Bediüzzaman Said Nursî’nin o günün büyük bir Osmanlı âlimi olarak hürriyet ve demokrasiden yana tavır koyduğunu belirten gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular, yaptığı açış konuşmasında bu yüz sene içerisinde demokrasinin dört defa kesintiye uğradığına dikkat çekti.
Paneli yöneten Kadir Akbaş ise, Bediüzzaman’ın görüşlerine atıflar yaparak demokrasiye bakışını özetledi. Yüz sene önce yaptığı tespitlerin, bugün de aynen geçerliliğini koruduğunu belirtti.
Türkiye onca yol aldığı halde maalesef gerektiği gibi demokratik olamamıştı. Cumhuriyet demokratik olmalıydı. İlk panelist olan Prof. Dr. Mehmet Altan, bunun için insan hak ve özgürlükleri esas alınmalıydı dedi. Dünyalılaşmalıydı Türkiye. AB kriterlerine uyulmalıydı. Kuvvet kanunda olmalı, hukuk üretebilmeliydik. Bu da üreten toplum olmakla mümkündü. Üreten toplum hukuka ihtiyaç duyardı.
Meşrutiyetten yüz sene öncesiyle, yani 1808’le karşılaştırmalarla meseleye giren Dr. Cengiz Aktar ise, topluma, bireye gerek duyulmadan o günkü yönetimin, ihtiyaç duydukları, daha doğrusu kendilerini ayakta tutmaya yaradığı nisbette Batılılaşmaya kapı açtıklarını belirtti. Elbette dış dinamiğe ihtiyaç vardır. Bu iç dinamikle sentez yapılabildiğinde İspanya örneğinde olduğu gibi demokratikleşmede güzel noktalara ulaşılabilirdi. Bediüzzaman’ın, demokrasiyi Asya’nın bahtını açacak bir anahtar görmesini de önemli bir öngörü olarak niteledi.
Prof. Dr. Doğu Ergil ise bugün hâlâ gerektiği gibi demokrasiye ulaşamayışımızın sebepleri üzerinde durdu. Kurucu ideoloji, “biz ve onlar” diyerek, meselâ milliyetçiliği esas alınca, yerine göre “onlar”ı düşman bile ilân edebiliyordu. Kırmızı ışıkta geçmeyi doğru dürüst başaramayan bir toplumun, demokrasiye ulaşması da o ölçüde gecikiyordu.
Prof Dr. Atilla Yayla ise, hangi şartları taşıyan ülkelerin demokratik olabileceğini, ülkemizin ne ölçüde demokrat olduğunu anlattı. Bir ülkenin demokratlığında en önemli kriter, devletten önce kişi hak ve özgürlüklerinin esas alınmasıydı.
Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz de, Üstadın Meşrutiyetle ilgili tespitlerine yer verdi. Şeriat istibdadın kara lekesini insanlığın alnından silmek için gelmişti. Meşrutiyet adı altında yeni bir istibdad gelmemeliydi. Meşrutiyetin özünde meşveret vardı. Kuvvet şahsın elinde olursa istibdat olabilirdi, kanunun eline geçmeliydi. Adalet esas alınmalıydı.
Meşrutiyetin ilânından yüz sene sonra bile hâlâ demokratikleşmeyi konuşuyor olmamız bu konuda daha çok fırın ekmek yememiz gerektiğini göstermiyor mu?
Dipnot: 1- Münazarat, s. 29.
01.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|