Dünya ekonomisi büyük bir bunalıma doğru sürükleniyor. Yıllardan beri uygulanan ‘israf ekonomisi’nin bedelini, ne yazık ki milyonlar ödüyor ve ödemeye de devam edecek.
Klasik bir tâbir var: Kişi, kazandığından daha az harcadığı sürece ‘zengin’, kazandığından daha fazla harcadığı sürece de ‘fakir’dir. Türkiye’deki milyonlar, bu tesbiti doğrularcasına kazanmadan harcamanın peşinde. Hepimiz, ilk kakışta ‘kârlı’ gibi görünen ‘kredi kartı tuzağı’na düşmüş haldeyiz. 10 ay ile 30 ay arasında değişen taksitlerle, bir anlamda kazanmadığımız paraları bugünden harcamış durumdayız. Bu hâl ve gidiş böyle devam ettiği sürece, millet olarak ‘fakir’likten kurtulmamız zor görünüyor.
Son günlerde başlatılan bir kampanya ile millet ‘kredi kartıyla alış-veriş’e teşvik ediliyor. Reklamlar, kurnazca bir kurgu üzerinden tüketiciye sesleniyor. “Sen al, ne de olsa kart öder” anlayışını hatırlatan ifadeler, en basit tanımıyla tüketiciyi yanıltma değil midir?
Tüketicileri ‘daha fazla harcama’ya davet eden reklâmlarda, ‘paranın esaretinden kurtulun, kredi kartıyla alış-veriş yapın’ deniliyor. İyi de, bu şekildeki alış-verişle ‘kredi kartı’na esir olunmuş olunmuyor mu?
Millete yapılması gereken asıl çağrı, tasarrufa teşvik çağrısı olmalıdır. Nitekim Tüketici Hakları Derneği Gaziantep Şube Başkanı, Türkiye siyasetindeki belirsizlik ve dünya ekonomisindeki durgunluk nedeniyle tüketicileri ‘bilinçli davranmaları’ konusunda uyarmış. Özellikle dövizle borçlanılmamasını isteyen dernek başkanı, “Bu dönemi en az kayıpla atlatmak için, araba ve ev değiştirmek ertelenmeli. Market alışverişleri tok karna yapılmalı ve liste dışına çıkılmamalı” demiş.
Elbette önemli bir çağrı, ancak bir kişinin, bir kuruluşun çağrısı yeterli olur mu? İsrafa girmeme konusunda bütün kişi ve kurumlar harekete geçmeli. Yapılan israfın bedelini hepimiz ödüyoruz. İhtiyaç olmayan ürünleri satın alarak ya da ‘reklam’lara kanmak sûretiyle ‘ambalaj’lara servet ödüyoruz. Ayrıca, televizyon reklamları sebebiyle de çocuklarımız üretici firmaları nezdinde ‘en kârlı müşteri’ haline geliyor.
Bütün bu olumsuzlukları, ancak ‘israf tuzağı’nı bertaraf ederek aşabiliriz. Toplumu, israf yerine tasarrufa çağırmak gerekiyor. Bunun ilk adımını da sivil toplum kuruluşları atabilir. Elbette olması gereken ‘devlet’in de insanları tasarrufa teşvik etmesidir. Ancak onlar yapmıyorsa, bu işi sivil toplum kuruluşları yapabilir. Nasıl ki ‘banka’lar insanları ‘israf’a ve tüketime davet ediyor, STK’lar ve vakıflar da tasarrufa teşvik eden kampanyalar açabilir.
Mesela son günlerde ölçüsüz bir şekilde artan ‘pirinç’ fiyatlarına karşı çare olarak tüketicilere ‘satın almama’ çağrıları yapılıyorsa, aynı şey başka ürünler için de yapılabilir. Her gün artan akaryakıt fiyatları da bu şekilde protesto edilebilir. ‘Tüketici’ler, tüketmeyerek tepkilerini ortaya koyabilir. Zaten ‘demokratik tepki’ denilen şey de bu değil mi?
İsraf edilen para çok ‘pahalı’dır. Maalesef, bu uğurda kimi zaman şahsiyet, kimi zaman ‘inanç ve değerler’ fedâ ediliyor. Şeytanın en büyük tuzaklarından biri olan ‘israf tuzağı’nı hep birlikte bozalım!
17.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|