Yeis, üstünlük duygusu, acelecilik, benmerkezcilik ve başkasının tenbelliğini fırsat bilen görenekten sonra, şevki kıran ve himmetin önünü kesen altıncı sebep, işi birbirine bırakmak ve başkalarına havale etmek.
Ehl-i hizmetin atalet zindanına düşmesinde rol oynayan etkili sebeplerden biri olan havalecilik için Üstad “düşman-ı gaddar” tabirini kullanıyor ve bu sebebin yaptığı tahribatı “Himmetin elini tutup oturtturur” sözüyle ifade ediyor.
Yeis için “Kuvve-i maneviyeyi kırar;” üstünlük duygusu için “Himmetin başına vurur, atından düşürttürür;” acelecilik için “Himmetin ayağını kaydırır;” başkasının tenbelliğinden fırsat bulan görenek için “Hücum edip belini kırar” diyen Üstad, burada “Elini tutup oturtur” diyor.
Demek ki, bu sebebin özelliği ehl-i hizmeti tevakkuf ettirerek, durdurarak tenbelleştirmesi.
Sebep ve kaynağını ise “acz ve nefsin itimatsızlığı” olarak teşhis ediyor Üstad. Buradaki acz, Allah’a karşı ubudiyet konumunun gereği olan hal değil. Rabbimizin Hakîm isminin iktizasıyla “darü’l-hikmet” olarak tanzim ettiği bu âlemdeki fıtrat kanunlarına ve neticelerin tahakkuku için şart kılınan sebeplere riayet etme noktasındaki yetersizlik ve beceriksizliklerin bir ifadesi.
Nefsin itimatsızlığından kasıt da, aynı şekilde, hayat imtihanında nefs-i emmare ile sürekli mücadele bağlamında, olması gereken bir güvensizlik değil; şeriat-ı fıtriyenin kanunları mucibince, insanın bir görevi başarıyla sonuçlandırmak için sahip olması gereken özgüven hissi.
Bu anlamda kendisine güvenemeyen, doğru dürüst hiçbir işin üstesinden gelemeyen beceriksiz bir insan tipiyle, ehl-i hizmet bir karakterin aynı kişide birleşmesi asla düşünülemez.
Tam tersine, Risale-i Nur’dan iman ve tefekkür dersi almış bir ehl-i hizmet, kâinattaki sistemin kusursuz işleyişinden aldığı nizam ve intizam dersini kendi hayatına ve yaptığı işlere de yansıtma gayreti içinde olur. Hangi işi ve hizmeti yapıyorsa en güzel şekilde yapmaya çalışır.
Ve kendi üzerindeki hiçbir vazifeyi başkasına havale etmek gibi bir kolaycılığa iltifat etmez.
Hatırlanacağı üzere, bir evvelki engel başkasının tenbelliğini örnek alıp fırsat bilerek kendi ataletini sürdürmekti. Burada ise kendi vazifelerini de başkalarına havale etme hali söz konusu.
Ama ikisi de aynı kapıya çıkıyor ve sahibini “zindan-ı atalet”e düşürerek sıkıntıya sokuyor.
Peki, bu altıncı engelin çaresi ne?
Burada işin püf noktası ve havalecilik hastalığından kurtulmanın formülü olarak Üstad, “Siz doğru yolda oldukça, başkasının dalâleti sizin hidayetinize zarar vermez” mealindeki Maide Sûresi 105. âyetini dikkatlerimize sunuyor.
Demek ki, herşeyde olduğu gibi bu meselede de öncelikle ve özellikle kendimize bakacağız.
Hidayet ve sırat-ı müstakim üzere olmak ve bu yolda sebat etmek. Hizmetimizi müstakim bir çizgide devam ettirme kararlılığı içinde olmak.
Şu bir gerçek ki, biz başkalarından değil, kendi yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan sorumluyuz. Kendi üzerimize terettüp eden bir vazifeyi başkalarına havale ederek sorumluluktan kurtulamayız. Bizim işimizi başkası yapmaz.
Buna ilâveten, Risale-i Nur hizmetinin prensipleri, bizi çok daha ince nüansların muhatabı kılar. Söz gelişi, hizmetle ilgili olarak bizim yapmamız gereken bir vazifeyi başkalarından beklemek şöyle dursun, tam tersine kendi işimizi tamamladıktan sonra diğerlerinin yardımına da koşmaya çalışmak, hedeflerimizden biri olmalı.
Aynı şekilde, Allah göstermesin, aramızda şu veya bu sebeple hizmete ara veren veya vazifesini aksatan kardeşlerimiz olursa, bir taraftan onu tekrar kazanmaya çalışırken, diğer taraftan aksattığı hizmetleri telâfi edip tamamlamaya gayret sarf etmek de bize düşen vazifelerden biri.
Velhasıl, nemelâzımcılık da, havalecilik de, bunların ortak paydası olan tenbellik de, ehl-i hizmetin dünyasında asla yeri olmayan şeyler.
27.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|