Helâket ve felâket asrının dehşetli hadiseleri dünyanın her yerinde tezâhür ediyor. Bu felâketlerden en fazla etkilenenler de maalesef Müslümanlar. Böylece “imtihan dünyasının!” hakikatleri ortaya çıkıyor. Bu hastalıkların tek reçetesi ise, “Kur’ân’ı ve İslâmı yaşamak.” Başka yol görünmüyor.
Bunu, sadece, menfaatini başkalarının zararında gören “vampir ve dinsiz” bir zihniyet kabullenmiyor.
Mevcut durum, toplum hayatında, ahlâk ve fazilet sahasında “toplumun sigortası olma” konumunda olan “Nurun hâdimi ve hizmetkârlarına” düşen veballeri de ortaya çıkarıyor. Bu gerçek “resmen açıklanmamış” olmasına rağmen, içinde bulunduğumuz toplumun hafızasına yerleşmiş olduğunu ve toplumun bu “camiadan” müsbet mânâda bir şeyler beklediğini tecrübeler bize gösteriyor. Böyle bir hakikati hiç kimse göz ardı edemez. Etmemelidir. Onun içindir ki, Risâle-i Nur’a mesâî harcayanlar, üzerlerinde hem kendileri, hem toplum, hem de insanlık adına çok büyük bir vebâl ve mükellefiyetin olduğunu idrak etmeleri gerekiyor.
“Yumurta sepetine” zarar vermemek için, çok daha dikkatli ve fedakârca davranmak, sorumlulukların ağırlığını herkesin yüreğinde hissetmesi, kalbine yerleştirmesi ve hayata mal etmesi icap ediyor. Bütün bunların da, olmazsa olmaz şartlarının; ihlâs, uhuvvet, itimat, sadakat, sarsılmamak, doğruluk, fedakârlık, daha gayretli çalışmak, sıkı irtibat, sistemli, tutarlı, istikametli ve samimî davranmaktan geçtiğini tesbit etmek gerekiyor.
Müsbete ve başarıya giden yolda “sigorta konumu”, şahsî ihtiras ve bencil düşünmeyi arka plana atar ve öte-ler. Sağlıklı amaç ve sağlıklı neticeye, sağlıklı araçlarla ulaşılabilir.
Vicdânî tatminiyet ve istikametli düşüncenin temelini, şahsî hayatın vazgeçilmez kıstaslarının çoğunu, yukarıda sıraladığımız bu sarsılmaz hakikatler teşkil eder. Mütevazilik ve şahsî menfaatini diğer kardeşleri uğruna fedâ etmek ise, öyle bir makamdır ki, tatbik edenleri, büyük velilerin bile yetişemediği “fenâfi’l-ihvan” sırrına götürür. Bütün bu prensip ve düsturlar, Risâle-i Nur Külliyatında mündemiçtir. Bazılarını hatırlayalım:
Fert ve toplumu sarsacak hâdiselere karşı, metânet kahramanı, reçeteyi şöyle veriyor: “Ve o metanet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuât var ki, öyleler, herbiri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş âdi bir adam ve yirmi otuz yaşında iken, altmış yetmiş yaşındaki velîlere tefevvuk etmişler var.”
Her türlü sıkıntıya katlananların, Âlemlerin Rabbinden alacağı mükâfatı şöyle ifade ediyor: “Ve o tanzim içinde ve irade-i âmme cilvesinde, bir inayet-i hassa sûretinde, Risâle-i Nur’a bir imtiyaz nev’înde hususî bir teveccüh ve iltifat görülmüş.”
Âidiyetin, mensubiyetin şerefine erenlerin vazifelerini yapma gereklerini ve sonucunu şöyle bildiriyor: “Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisânımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı duâlarımda ve mânevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber, benim gibi duâ eden kıymettar binler kardeşlerin ve Risâle-i Nur talebelerinin duâlarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.”
Dayanılan hakikatin gücünü şöyle ifade ediyor: “Ve Risâle-i Nur böyle kuvvetli ve halis ellere tevdî edildiğinden, bize kat’î kanaat verdi ki, Risâle-i Nur mağlûp olmayacak.”
Hayatın her kademesinde, gerilimin, tarafgirliğin değil, sulh ve barışın önemini şöyle çiziyor: “Ve Risâle-i Nur’un âlem-i İslâmda intişarına karşı hayat-ı içtimâiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risâle-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler.”
Enaniyetin, bencilliğin, egoistliğin tehlikeli ve sakıncalı olduğunu, kesin hatlarla şöyle sınırlıyor: “Ve Risâle-i Nur’un erkânları gibi, her şeyini, ena-niyetini bıraksın.”
İdraki, basireti, insafı, iz’anı, feraseti, ufku daralmamış herkese çok büyük bir hakikati ve fedakârlığı Kur’ân ve İslâmiyet namına şöyle beyan ediyor: “Yalnız, Kur’ân-ı Hâkim’in bu zamanda bir mucize-i maneviyesi olan Risâle-i Nur hesabına, ben de onun bir şakirdi olmak haysiyetiyle, ona tasdikkârâne teslimi ve irtibatı, şâkirâne kabul ediyorum.”
Nur dâvâsı sahiplerine ve Risâle-i Nur’u küçük görme tavrına karşı çelik gibi bir iradeyle hitap ediyor: “Risâle-i Nurlar yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslâha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bâhusus avâm-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur’ân’ın i’câzıyla o geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.”
Cenâb-ı Hak şahsımıza, camiamıza, milletimize, Müslümanlara Kur’ânî hakikatleri bire bir yaşamayı nasip etsin. (Âmin) İnsanlığı da her türlü belâ ve musibetlerden muhafaza etsin. (Âmin)
Kaynak: Kastamonu Lâhikası.
27.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|