Kadının gerçek güzelliği
Hem, refîka-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin mûnis, latîf bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü sûretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en câzibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezâket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddi, samimi, nurânî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyâdeleşir. Ve o zaife, latîfe mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhâfaza edilir. Yoksa, hüsn-ü sûretin zevâliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda, bîçare, hakkını kaybeder.
Hem enbiyâ ve evliyâyı sevmek, Cenâb-ı Hakkın makbul ibâdı olmak cihetiyle, Cenâb-ı Hakkın nâmına, hesâbınadır ve o nokta-i nazardan Ona âittir.
Hem hayatı, Cenâb-ı Hakkın insana ve sana verdiği en kıymettar ve hayat-ı bâkiyeyi kazandıracak bir sermâye ve bir defîne ve bâkî kemâlâtın cihazâtını câmi' bir hazîne cihetiyle, onu sevmek, muhâfaza etmek, Cenâb-ı Hakkın hizmetinde istihdam etmek, yine o muhabbet bir cihette Ma'buda âittir.
Hem gençliğin letâfetini, güzelliğini, Cenâb-ı Hakkın latîf, şirin, güzel bir ni'meti nokta-i nazarından istihsan etmek, sevmek, hüsn-ü istimâl etmek, şâkirâne bir nevî muhabbet-i meşrûadır.
Hem baharı, Cenâb-ı Hakkın nurânî esmâlarının en latîf güzel nakışlarının sayfası ve Sâni-i Hakîmin antika san'atının en müzeyyen ve şâşaalı bir meşher-i san'atı olduğu cihetiyle, mütefekkirâne sevmek, Cenâb-ı Hakkın esmâsını sevmektir.
Hem dünyayı, âhiretin mezraası ve esmâ-i İlâhiyenin aynası ve Cenâb-ı Hakkın mektubâtı ve muvakkat bir misafirhânesi cihetinde sevmek, nefs-i emmâre karışmamak şartıyla, Cenâb-ı Hakka âit olur.
Elhâsıl, dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-i harfiyle sev, mânâ-i ismiyle sevme; "Ne kadar güzel yapılmış" de, "Ne kadar güzeldir" deme. Ve kalbin bâtınına başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü, bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur. “Allah'ım, bize sevgini ve bizi Sana yaklaştıracak şeylerin sevgisini nasip eyle” de.
İşte, bütün tâdâd ettiğimiz muhabbetler, eğer bu sûretle olsa, hem elemsiz bir lezzet verir, hem bir cihette zevâlsiz bir visâldir, hem muhabbet-i İlâhiyeyi ziyâdeleştirir, hem meşrû bir muhabbettir, hem ayn-ı lezzet bir şükürdür, hem ayn-ı muhabbet bir fikirdir.
Meselâ, nasıl ki bir padişah-ı âlî, sana bir elmayı ihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var:
Biri: Elma, elma olduğu için sevilir. Ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var. Şu muhabbet padişaha âit değil. Belki, huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder. Bâzan olur ki, padişah, o nefisperverâne olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder. Hem, elma lezzeti dahi cüz'îdir, hem zevâl bulur; elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır.
İkinci muhabbet ise, elma içindeki, elma ile gösterilen iltifatât-ı şâhânedir. Güyâ, o elma iltifat-ı şâhânenin numûnesi ve mücessemidir diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhâr eder. Hem, iltifatın gılâfı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkındedir. İşte şu lezzet, ayn-ı şükrandır; şu muhabbet, padişaha karşı hürmetli bir muhabbettir.
Aynen onun gibi, bütün ni'metlere ve meyvelere, zâtları için muhabbet edilse, yalnız maddî lezzetleriyle gàfilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsânîdir; o lezzetler de geçici ve elemlidir. Eğer Cenâb-ı Hakkın iltifatât-ı rahmeti ve ihsanâtının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifatâtın derece-i lûtuflarını takdir etmek sûretinde kemâl-i iştihâ ile lezzet alsa, hem mânevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir.
Sözler, s. 583
letâfet: Güzellik, hoşluk.
hüsn-ü sîret: Ahlâk güzelliği.
hüsn-ü sûret: Dış güzelliği, fizik güzelliği.
câzibedar: Çekici, cezbedici.
cemâl: Güzellik.
cemâl-i şefkat: Şefkat güzelliği.
|