Çatışma psikolojisi insanların teşkil ettiği topluluklarda hayatın bir parçası denebilecek ölçüde hayatın içinde yer almıştır. Aslında varlığın mertebelenmesi yaklaşımında canlılığın üst düzeyi olan hayvaniyet mertebesinde çatışmalarda daha çok ortaya çıkmaktadır. Bu kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye dengesinin oluşumunda yaşanan bir süreç olmalıdır. Varlık mertebesi yükseldiğinde daha bariz olarak ortaya çıkan çatışmalar, vahşetten be bedeviyetten medeniyete doğru geçildikçede azalan bir süreç takip etmektedir. Ancak nübüvvet ve felsefe ayrımında felsefe tarafının şekillendirdiği ruh yapısı menfaatler üzerine oturtulduğundan çatışmalardan, savaşlardan ve kavgalardan uzak bir toplum yapısı oluşmamış menfaatler uğruna binlerce katiller rahatlıkla işlenebilmiştir.
Burada asıl problemli nokta nübüvvet tarafında yer aldığı düşünülen insan ve topluluklarında çatışma davranışının kaynağıdır. Tevhid ve dayanışma esaslı bir hayat algısı sunan nübüvvetin tarafında bütün davranışlar birliğe yönelik olmalı ve dayanışmayı esas kılmalı ve gerçek medenilik olan problemleri makul zeminde çözmek şeklinde yansımalıdır.
O halde etnik ya da coğrafi gibi tanımlamalarında nübüvvet tarafında yer alması gereken insan topluluklarında kavga ve çatışmaların kaynağı nedir? Her halde tanım olarak nübüvvet tarafında yer almak ile ruh ve davranışlarda nübüvvet tarafında olmak arasında fark olmalıdır. Yani İslâm toplumu içinde olan ve Müslüman olan her ferdin davranışı ya da bir ferdin bütün davranışları nübüvvet ölçüleri ile şekillenmemekte ve acz ve fakrın yerini alan katı bir benlik duygusu ile eşyaya ve insanlara yön verme arzusu kaderin hükmüne razı olamama duygusu ön plana çıkmaktadır. Daha hafifletilmiş tanımlama ile adalet-i mahza ve adalet-i izafiye ayrımında karşı tarafın olumsuz tek yönü ile topyekün yargılanması ve bütün olumlu yönlerinin göz ardı ve bertaraf edilmesidir.
Batı kendi hayat standartlarını bütün dünyaya yaymaya ve kendi değer yargılarını dayatarak tek tip global bir kültür oluşturmaya yönelirken, hedef kitle olarak çoğunlukla Müslümanları ön plana çıkarmakta ve onların nefis mücadelesinin merkezide yer alan hazlara yönelik ruhunu istismar edebilmektedir. Oluşturulan eğlence ortamları, şehevi arzuları galeyana getiren her türlü aracın kullanılması, düşünceden uzaklaştıran bütün oyalayıcı araçların kullanılması gençlikte var olan güçlü bir benlik, acz ve fakrını hatırlatacak hastalık, sıkıntılar ve ölümlerle nisbeten seyrek olarak yüzleşmesi ve kendinden uzak bilmesi, bunları unutturma amacına yöneliktir. Manen zayıf ruh hali ise buna çok yatkın ve bu yönden aldatılmaya fazlası ile müsaittir. “Cazibedar bir fitne” terimi bu mânâyı karşılıyor olmalıdır. Bediüzzaman bu probleme vurucu darbeyi Hazret-i Muhammed’den (a.s.m.) aldığı dersle ölümü hatırlatmakla vurmaktadır.
Bediüzzaman’ın “beşerin nefs-i emaresi” olarak adlandırdığı, ben merkezli şekillenmiş modern hayat, cazibeli ancak geçici ve günü birlik bütünü kuşatmayan sadece algıların alanına sınırlı, dar bakışlı çözümler sunabilir. Bunlar birer çözüm olmaktan çok göz boyama ve aldatmacadır. Duygular köreltilerek, belirli noktalardaki hassasiyetler kırılarak bu noktaya ulaşılır. Bu aldatmaca karşısında herkes, özellikle de hanımlar risk altındadır. Dâvâmıza gönül vermiş hanımlar aynen üstad gibi, ‘karşılarında büyük bir yangın var, içinde arkadaşları kalmışcasına imanlarını ve dostlarını kurtarma gayreti içinde’ olmalı ve bu koşturmaca esnasında ayaklarına dolaşanlara ehemmiyet vermemelidirler.
Son zamanlarda nübüvvet tarafında yer alan çatışmaların çoğunlukla batı kaynaklı ve felsefe eksenli olduğu dikkate alınmalı ve tez elden tevhid eksenli davranış modelleri geliştirilmelidir. Aksi davranış şekilleri tanım olarak İslâm alanında ancak duygu ve davranışlarda felsefe alanında olmayı gerekli kılar. Bu kaygan bir zemindir ve girdiğinizde nerede duracağınızı kestiremez ve kontrol edemezsiniz. Müslüman kimliğin en aşık ve vazgeçilmez yönü birliği ön plana çıkarmasıdır.
Hayat ne şekilde geçerse geçsin sonunda karşılaşılacak vazgeçilmez hakikat ölümdür. O noktadan sonra yaranmaya çalıştığınız ve güzel gözükmeye çalıştığınız hiç kimse yanınızda ve yardımcınız olmayacaktır. Çatışmaların ise o andan sonra kazandıracağı sadece acılar ve pişmanlıklardır. Ruhunda o Cemal Sahibi Zat’ın sıcaklığını hissetmemiş bir ruh bu anlamda kısmen mazur olabilir. Ancak o kuşatıcı muhabbetin sıcaklığını hissetmiş bir ruhun bu o anlamda kaçabileceği hiçbir yer yoktur. O anlamda İslâm, Tarık bin Ziyat ruhlu olmayı gerekli kılar. Girerken iyi düşünülmeli ve geri çıkmamak üzere girilmelidir.
İslâm kimliği kalıcı ve salabetli olmalıdır. Kırılgan, zayıf ve otorite karşısında değerlerini savunamayan kimlikler sadece kendi ruhlarını dejenere etmediklerini ve İslâm dünyasının kuvve-i maneviyesine zarar verdiklerini unutmamalıdırlar.
28.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|