“Dest-bûsı arzusuyla ger ölsem dustlar Kûze eylen toprağım sunun anunla yâre su”
Fuzulî, Peygamber Efendimiz (asm) için yazdığı Su Kasidesi’nde, vasiyet verme hissiyle yazdığı bu beyitte, her hâl u kârda hayat hedefi olarak seçtiği vuslata ulaşma kararlılığı içindedir.
“Ey dostlar, benim hayattaki en büyük hedefim Peygamberimizin elini öpme arzusudur. Eğer bu emelime ulaşamadan ölürsem siz benim bedenimin toprağını kâse yapıp onunla ona su sunun” der.
Bu dilek tahakkuk edip beden toprağından yapılan kâse ile su ikram edildiği takdirde Peygamberimiz (asm)mübarek elleri ile kâseyi tutacağından şâir Peygamberimizin elini öpmüş olacaktır.
Ayrıca Peygamberimiz (asm) kendisine sunulan suyu içmek için çanağa doğru baktığında oradaki suda yüzünün aksini, yani kendisi için beslenen muhabbetin sâfiyetini, samimiyetini görecek ve şaire şefaat edecektir. Böylece şairin hayatî isteği de gerçekleşmiş olacaktır.
“Men lebün müştakıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür, hüşyâre su”
Bu beyitte tasavvufta teâmül olan ve mutasavvıfların ekseriyetinin riâyet ettiği bir hissi dile getiren şair, “Ben senin dudağının, yani dudaklarından çıkacak sevgi ve şefaat ifadelerinin hasreti içindeyim. Bazı sofu ve müttakî kişilerse Cenneti ve Kevser suyunu isterler” ifadelerini kullanır.
Cezbeye gelen bir mü’min, mütemadiyen kendisini cezbeye getiren hakikati arzu eder. Gönlündeki hareketleniş cezbeye gelmesine yetmeyen insanlar ise ferahlamak için su, yani Kevser isterler.
Bu fıtrî gerçeklerden hareket eden şair de Hak aşıklarının, zahidlerden farklı olarak meftun oldukları Allah’ın rızasını ve Peygamberimizin sevgisini bütün Cennet nimetlerinden üstün tuttuklarını ifade eder.
“Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş - reftâre su”
Diğer beyitlerde olduğu gibi burada da Divan Edebiyatının mazmunları kullanılarak mânâ dile getirilir. Zira selvi, Arap elifbasının ilk harfi olan ‘elif’e benzediği, o harf kendisinden önce ve sonra gelen harflerle birleşmeden yazıldığı, Allah lâfzının da ilk harfi olduğu için vahdetin, birliğin sembolü sayılır ve sadece Allah için kullanılır.
Bu edebî teâmülü nazara alan şair de “Su galiba o selvi boylu, hoş edalı güzele, yani ebedî güzellik kaynağı olan Allah’a âşık olmuş ki, her zaman O’nun Cennet gibi olan köyüne doğru akıyor” der.
Suyu, Peygamberimizin (asm) risâlet sıfatını nazara vermek için kullanan Fuzulî, onun Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yaptığı ibadetleri bu hususta yapılması gereken yegâne hareket olarak görür ve örnek alınması gerektiğini ifade eder.
“Su yolun ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakibimdür dahı ol kûya koymam vara su”
Bu mısralarda zahiren “Benim, toprak olup suyun yolunu tutarak onun o köye varmasına mani olmam gerek, çünkü su benim rakibimdir” meâlinde bir mânâ ifade edilmektedir.
Su akarken toprak tarafından emilir. Toprak ancak o zaman hayat bulur, yeşerir ve verimli bir hâl alır. Toprak suyu ne kadar çok emebilirse o kadar bereketli ve verimli olur.
Bu itibarla beyitte toprağın, suyun yolunu tıkayarak gitmesine mani olmasından ziyade ondan daha çok istifade etme ve sulak olma çabası nazara verilir.
Su akarken, önüne çıkan toprağı da aktığı yere doğru götürmek isteyeceği için bu ifadeler şairin, Peygamberimizin (asm) Hadis-i Şerifleri ve Sünnet-i Seniyyeleri ile daha çok meşgul olmak isteğinin tezahürüdür.
Zira, su ne kadar yavaş akarsa, toprağa o kadar çok nüfûz eder.
“Serv ser-keşlük kılur kumri niyâzımdan meğer
Dâmenin duta, ayağına düşe yalvara su”
Şairin, “Eğer selvi kumruların yalvarışlarını kabul etmezse, su selvinin ayaklarına kapanıp eteğini tutsun ve onu razı etsin” gibi mânâları ifade ettiği bu beyitte Selvi Allah’ın, su Peygamberimizin (asm), kumru da şairin ve mü’minlerin mazmunudur.
Kumrular çoğu zaman selvi ağaçlarına yuva yaparlar, dallarına konarlar ve rüzgâr estikçe sallanan ağacın âhengine uygun olarak bir derviş gibi ‘Hu…’ yakarışını andıran ‘guguuk, guguuk’ sesleri çıkararak öterler. Su da umumiyetle selvi ağacının dibinden akar.
Şair ‘hüsn-ü ta’lil’ san'atı yaparak bu tabiî hâli adeta maddî bir tablo hâlinde tahayyül eder ve kulluklarını idrak eden insanların, Allah’ın affına, rızasına mazhar olabilmeleri için Peygamberimizin (asm) şefaatine muhtaç olduklarını anlatmak ister.
“İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile
Gül budağının mizacına gire kurtara su”
Fuzulî bu beyitte de yine tabiî unsurları kullanır. “Gül dalı bülbülün kanını içmek ister. Su bir yolunu bulup gül dalının damarına girerek gülün mizacını değiştirirse bülbül kurtulabilir” ifadeleri ile su ve gülden sonra bülbülü de Peygamberimizin (asm) kulluğunun sembolü olarak kullanır.
Edebiyatımızda gül sevilen güzelliğin, bülbül de seven aşığın mazmunudur. Peygamberimiz (asm) hem Allah tarafından, hem de insanlar tarafından en çok sevilen insan olduğu için gül, aynı zamanda Allah’ı ve insanları sevdiği, sevgisini Allah’a ibadet, kullara da şefkat ve şefaat şeklinde gösterdiği için bülbüle benzetilir.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursî de “Bütün bülbüllerin en efdali, en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eâmm ve mâhiyetçe en ekmel ve sûretçe en ecmel, kâinat bostanında arz ve semâvâtın bütün mevcudâtını lâtîf secaâtıyla, leziz nağamâtıyla, ulvî tesbihâtıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-î beşerin andelîb-i zîşânı ve ben-i âdemin bülbül-ü zü’l-Kur’ân’ı Muhammed-i Arabîdir” diyerek bu mazmunları nezih bir şekilde kullanmıştır.
Beyitte gülün, bülbülün kanını içmek istemesi, Hazret-i Muhammed’in (asm) İslâm dinini tebliğ etmeye başladıktan sonra savaşlarda yaralanması, bazı irşad gezilerinde taşlanması, geçeceği yollara diken atılması yüzünden vücudundan akan kanları telmih yoluyla hatırlatma isteğinin neticesidir.
Fakat nasıl başlangıçta bir diken gibi olan gül dalı, baharda sulanması sayesinde onun mizacını değiştirerek çiçeklerin açmasına vesile oluyorsa; Peygamberimiz de resûl olması hasebiyle kendine yapılan eziyetlere rağmen şefkat gösterip nice insanların hidayete ermesini sağlayarak onların mizacını değiştirmiştir.
“Tıynet-i pâkini ruşen kılmış ehl-i âleme
İktida kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtar’a su”
Su Kasidesi’nin nesib bölümünden methiye bölümüne geçişi sağlamak için söylediği bu girizgâh beytinde Fuzulî, Peygamber Efendimizle (asm) âlem arasında bazı münasebetler kurar.
“Allah senin temiz yaratılışını âleme nasip etmiş. Her varlık gibi su da sana doğru akıp Kur’ân’a uyarak berraklaşmış ve senin temizliğini âleme yaymış” diyerek hakikatleri sembollerle anlatmayı bırakır ve sözü bizzat Peygamberimize (asm) getirir.
Hakikati, doğruluğu, saflığı, temizliği, nefaseti, nezaketi temsil eden ve bu hasletlerini kendisine yakın olan varlıklara da aksettiren su bütün yeryüzünde bulunur. Canlılar yaşamak için suya muhtaçtır.
Onun için şair, Peygamberimizin (asm) dinini bütün insanlığa tebliğ ettiğini ve kendisine ittiba edenleri bütün kötü huy ve hareketlerden temizleyerek onları ebedî saadete lâyık bir hâle getirdiğini anlatmak ister.
“Seyyid-i nev-î beşer, deryâ-yı dürr-i istifa
Kim sebepdür mucizâtı âteş-i eşrara su”
“Âlemlerin efendisi ve beşeriyetin en şereflisi olan Peygamberimiz hususan seçilmiş müstesna inciler deryasıdır. Onun gösterdiği mucizeler kötülerin ateşine su serperek söndürmüş.”
Mezkûr beyitte bu gibi mânâlar ifade eden Fuzulî, Peygamberimizi (asm) içi incilerle dolu bir deryaya benzetir. Sünnet-i Seniyyeleri de onun insanlara dağıttığı inciler olarak vasıflandırır.
Böyle ulvî hakikatlerle milyarlarca insanı Cehennemde ebediyen yanmaktan kurtaran Peygamberimizin (asm), dünyaya teşrifi ile insanların mânen ebediyen yanmalarına sebep olan batıl dinlerin, inkârcı fikirlerin ve müfsit hareketlerin tesirinin kırıldığını anlatır.
“Kılmağ içün taze gülzar-ı nübüvvet revnakın
Mucizinden eylemiş izhar-ı seng-i hâra su”
Fuzulî bu beyitte “Hazret-i Muhammed (asm) envaî çeşit güllerin yetiştiği bir gülzar gibi olan risâletinin güzelliğini ziyadeleştirip herkese göstermek için taşa ve dikene su vermiştir” derken de onun bir başka hususiyetini nazara verir.
Zira Peygamberimiz (asm), ekseriyet itibariyle taş ve dikenden ibaret olan çöl toprağını Ravza-i Mutahhara hâline getirmiştir. İnsanlar bu mâddî ve mânevî güzellikleri görüp istifade edebilmek için bir gül bahçesine girer gibi akın akın çöle gitmektedirler.
Ayrıca bir bahçeye su verildiği zaman çiçeklerle birlikte taşların, toprakların ve dikenlerin de sulanması gibi Peygamberimizin (asm) rahmetinden inanmayanların ve ona zarar vermeye çalışanların da istifade ettiklerini anlatır.
Bilhassa cahiliye devrinde taş kadar katı ve diken gibi merhametsiz olan bazı insanların İslâm’la müşerref olduktan sonra bu huylarını bırakıp insanlığa örnek olabilecek kemalât halleri yaşadıklarını hatırlatır.
“Mu’ciz-i bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteşe-hâre-i küffara su”
Hazret-i Muhammed’in (asm), hak peygamber olduğunu ispat etmek için bazı hususî hâllerde gösterdiği mucizelerin, sadece oradaki insanlara münhasır kalmadığını, onların mensup oldukları batıl dinleri ve düşünceleri de yıktığını ifade etmek ister.
Bu hakikati de “Onun mucizeleri öyle büyük bir denizdir ki, o deryadan binlerce ateşe tapan dinin ibadethanesine su gitmiş ve onların ateşini söndürmüş” diyerek dile getirir.
Bu beyitte telmih san'atı yaparak ‘Sava’nın takdis edilmiş küçük denizinin o doğduğu gece yere batması, Mecusilerin mabud ittihaz ettikleri ve İstahrabât’ta bin senedir daima iş’âl edilen, yanan, sönmeyen ateşin sönmesini de bir ibret levhası olarak gösterir.
“Hayret ilen barmağın dişler kim itse istima’
Barmağından virdüğü şiddet güni Ensar’a su”
Peygamberimizin su ile gösterdiği mucizelerinden birini anlattığı bu beyitte “Hazret-i Peygamberin bir savaş günü susuz kalan askerlerine parmağından su akıtarak onları susuzluktan kurtardığını kim işitse hayretler içinde kalıp parmağını ısırır” der.
Peygamberimizin (asm) gösterdiği diğer mucizelerin de bu mucizesi kadar harika olduğunu söyleyen Fuzulî, bunun aynı zamanda hayret edenlere hayat verme mânâsı taşıdığını da ima eder.
Peygamberimiz (asm); Zevra’da, Hudeybiye Savaşı’nda, Tebük Savaşında, Buvat Savaşında, Mute Savaşında ve daha pek çok yerde susuz kalan askerleri on parmağından çeşme gibi su akıtarak susuzluktan kurtarmıştır.
Çünkü onun (asm) mübarek eli, Bediüzzaman’ın tavsifiyle “Âb-ı Kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet” hükmündedir.
27.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|