Güveneceğimiz bir insanın, her zaman ulaşabileceğimiz bir yerde olması ve bütün dert ve sıkıntılarımıza ortak olması, dünyada sahip olunabilecek önemli nimetlerden biri olsa gerek. Biz insanlar, kendimiz dışındaki bütün insanlardan ümidimizi kestiğimiz zamanlarda yaşanması zor bir hayat seyrinin içine gireriz.
Her insan arzu eder ki, kendisine karşı dürüst olacak bir veya birkaç sırdaşı olabilsin. Çünkü sıkıntılarla baş etmek zorunda olduğumuz zaman gözümüz güvenilir bir dost arar. Güvendiğimize inandığımız insanlara, problemlerimize çare olacak güç sahibi olmadıklarını bile bile, içimizi döker, bununla rahatlamaya çalışırız.
Biliyoruz ki dostu olmayanların, yani sevinç ve kederlerini paylaşacak bir ahbabı olmayanların vaziyetleri hiç de dışarıdan iyi görünmemektedir. İçlerindeki sıkıntılar zahirlerine vurmakta, hal ve hareketleriyle adeta bütün dünyadan küsmüş bir durum arz etmektedirler.
İnsanların malik-i hakikisi olan Rabbimiz, insanları birbirine muhtaç bir şekilde yaratmıştır. Kalbine karşı bir kalp bulamayan insanların bu dünyada huzurlu bir hayat yaşaması oldukça zor olmaktadır. Bu durumun en önemli göstergesi, evlilik müessesesinin insanlar için zorunlu bir durum arz etmesidir. Bu durum gösteriyor ki, evlilikler ve çeşitli alanlarda insanların iş birliği içinde olması yaratılış gereğidir.
İnsanların cemiyet içinde cemaat oluşturarak yaşaması arzusunun temelinde de birlikte yaşama arzusu bulunmaktadır. Bilhassa insanlar arasındaki münasebetlerin daha çok maddî menfaatler çerçevesinde devam etmesi, dürüstlüğe dayalı ve dünyevî menfaatlerden uzak birlikteliklerin artmasının önemini ortaya koymaktadır.
İnsanların başkası ile kurduğu menfaate dayalı dostlukların insanları nasıl bir şekilde birbirine düşürdüğünü ve bu durumun ne derece gerçek dostlukları yok ettiğini az çok bilmekteyiz. İçinde yaşadığımız asır, bize insanların içinde bulunduğu bütün menfî halleri hakkında bilgi vermektedir.
Kâinatı Risâletinin güneşiyle aydınlatıp, insanları cahiliye karanlıklarından kurtaran Resûl-i Ekrem Efendimizin (asm) Asr-ı Saadetinde iman ve küfür, güzellikler ile çirkinlikler, doğruluklar ve yalancı haller birbirinden fersah fersah uzaktaydılar. Bu birbirine zıt olan haller aynı mekânda bulunma imkânına sahip değildiler. Zaman geçtikçe olumlu ve olumsuz haller birbirine yaklaşmaya başladı.
Asr-ı Saadetten günümüze gelene kadar, birbirine zıt olan durumlar birbirinden ayırt edilemeyecek kadar iç içe girdiler. Bu durum zamanımızda açık bir şekilde görülmektedir. Bu sebeple iyilik namına aranan şeyleri bulmak pek kolay olmamakta, çoğu zaman arananların tam aksi durumlarıyla karşı karşıya kalınmaktadır. Bundan dolayı da hayal kırıklıkları daha fazla olmakta, güvenilirlik sınırları oldukça daralmaktadır.
Yazımın başında ifade etmek istediğim husus, insanlar arasındaki güven duygusunun gittikçe zayıflaması meselesiydi. Bu durumun da en önemli sebeplerinden bir tanesi, dünya hayatının bizlere olduğundan fazla bir şekilde tatlı görünmesidir ne yazık ki.
Dünya meselelerinden başını kaldırmaya fırsat bulamayan biz insanların aklına en iyi bir nasihatçı olan ölüm gelmemektedir. Bu durum bizlerde, bu fani dünyada ebedî olarak yaşama duygusunun gelişmesine sebep olmaktadır.
Hayatımızın büyük kısmına dünyanın geçici güzellikleri damgasını vurunca, ihlâs ile yaşama nimetine kavuşmaktan olabildiğince uzaklaşmaya başlamaktayız. Bütün duygularımızı Allah’a olan imanımızla kontrol altına alma isteği bizde olmasına rağmen, eğer yaşantımızda sapmalar oluyorsa, o “hakikî iman” denilen cevheri yakalamadığımız gerçeği açık bir şekilde kendini gösterecektir.
Ölümlü dünyamızdaki fani güzelliklerin sebep olduğu sahtelikleri hayatımızdan atmanın, gerçek bir insan olma bakımından büyük bir önem arz ettiğini sık sık hatırlayabilirsek, belki gerçeklere kavuşma mücadelesinde başarılar elde etme imkânımız olabilecektir. Hâsılı güzelliklerle iç içe yaşamanın en önemli yolu, Rabbimize, kendimize ve dostlarımıza karşı dürüst ve güvenilir olmamızdır.
28.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|