Tanınmış dindar şahsiyet ve cemaatleri yıpratmaya yönelik yeni bir furya hareketi başlatılmış görünüyor. Tıpkı "28 Şubat" sürecinde olduğu gibi...
Ortada şayet bir suç, bir hata, bir günah varsa, bunun elbette ki savunulacak bir tarafı olmaz.
Mahkemeler, devletin ilgili birimleri harekete geçer, suçluların üzerine gider ve gerekeni de yapar.
Bunu yapmak, devletin aslî görevi.
Ne var ki, bir kısım medya ve onların arkasına saklanmış bazı odaklar, devletin tüm birimlerini dışlayarak ve mahkemeleri sollayarak, hedef tahtasına koydukları şahıs ve cemaatler hakkındaki hükmünü veriyor ve hemen ardından infazı da gerçekleştiriyor.
Üstelik, bununla yetinmiyor; cephaneliğinde ne kadar tekdir, tezyif, tahkir ve aşağılacıyı malzemesi varsa, hepsini birden ateşleyerek saldırıya devam ediyor.
Bunlarda insaf–vicdan yok, hürmet–merhamet mâfiş.
İşleri güçleri sadece suç aramaktan ibaret olsa, yine de eyvallah der, geçersiniz.
Suçtan çok, malzeme arıyorlar. Malzemeyi de, istedikleri şekil ve kılıfa sokarak, tepe tepe kullanıyorlar.
Dahası, hukukta temel bir kaide olan "suçun şahsiliği" prensibini fütursuzca çiğneyerek, bütün bir camiayı tahkir ile karalamaya yelteniyorlar.
Böyle yapmaktaki birinci maksatları, insanları mukaddes İslâm dininden soğutmak. Bağlantılı olarak, dindarların kötü ve güvenilmez kimseler olduğunu yaymak. Son olarak da, kitleleri tahrik ede ede ortalığı iyice bulandırmak, icabında cinayet işlettirmek, hatta gerekirse isyan çıkarttırmak.
Tâ ki, devletin güvenlik birimleri harekete geçsin, dindarların üzerine yürüsün, çatışma çıksın, kan akıtılsın ve unutulmaz bir vukuât olarak tarihin irtica dosyasına yeni bir sayfa daha eklenmiş olsun.
Dehşet verici tuzaklarla örülü bu karanlık senaryo, ne yazık ki "31 Mart Vak'ası"nda (1909) olduğu gibi, 1925'teki Şeyh Said Hadisesi ile 1930'daki Menemen Hadisesinde de aynen sahneye konuldu.
Hadiselerin geri planında ihanet odakları bulunduğu halde, işlenen bütün suç ve cinayetler dindarlara, Müslümanlara fatura edilmeye çalışıldı.
Oysa, mukaddes İslâm dini, dahilde nizaya, çatışmaya, vuruşmaya, kan dökmeye asla izin vermez, cevaz vermez.
Demek ki, işin iç yüzünde başka şeyler var, kasdî hedefler var... Önce planlar hazırlanıyor, tuzaklar kuruluyor; ardından da, dine ve dindarlara sataşmalar başlıyor. Böylelikle, kitleler mütemadiyen kışkırtılmak suretiyle harekete geçiriliyor ve bilhassa muhakemesiz kesimin tuzağa düşmesi sağlanmış oluyor.
Yukarıda sıraladığımız kanlı hadiselerin tamamında, aynı marka tuzağın izini, yüzünü, mekanizmasını görmek mümkün.
O halde, böylesine gizli tuzaklarla örülü ihanet planlarına karşı son derece dikkatli ve müteyakkız olunmalı. Tahrik olmamalı, oyuna gelmemeli. Aksi halde, faturası gayet ağır oluyor. Bakınız, aradan yüz sene geçtiği halde, hâlâ dindarların sırtından sökülüp atılamayan kanlı, kirli yaftalar var.
Eminiz ki, 31 Mart Vak'ası gibi, Şeyh Said Hadisesi ile Menemen Hadisesi de birer planlı tahrik ve kupmastan ibarettir. Yoksa, dinin emir ve yasaklarını bilen hakikî mü'minlerin durduk yerde kalkıp bulaşacağı şenaetler, cinayetler değil bunlar.
İşte, zaman zaman nükseden ve maalesef bâzan da maksadına ulaşan yeni bir sataşma dalgası ve yıpratma furyası ile daha karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.
Böyle durumlarda bize düşen, sabırlı, itidalli, ihtiyatlı ve müteyakkız davranmaktır. Ta ki, pusuya yatmış hainlerin tuzakları boşa çıksın ve asırlık menhus hevesleri kursaklarında kalsın.
Tarihin yorumu 10 Mayıs 1868
Demokrasiye Şûrâ-yı Devlet kapısından giriş
Bugün Danıştay ismini alan Osmanlı Devlet Şûrâsı, Sultan Abdülaziz'in de iştirak etmiş olduğu bir büyük merasimle açıldı ve ilk toplantısını yaptı.
Padişah, açılış merasiminde irad ettiği nutkunda, Şûrâ'nın kuvvetler ayrılığı esasına göre teşkil edildiğini ve dili–dini ne olursa olsun, bu meclisin bütün Osmanlı milletlerini temsil ettiğini söyledi.
Kendi bölgelerinden Eyalet Meclisi tarafından seçilerek gönderilen Şûrâ–yı Devlet üyeleri, bugünkü Millet Meclisi ile Danıştay üyelerinin görmüş olduğu bazı hizmetleri aynı anda görmekte idiler.
Bu üyelerin, devletin hem hukukî, hem de idarî işleriyle ilgilenmek ve dolayısıyla bakanlar kuruluna yardımcı olmak gibi bir mükellefiyetleri de vardı.
Birinci Meşrûtiyet, her ne kadar 1876'da ilân edildiyse de, esasında ilk meşrûtî hareketin 1868'de gün yüzüne çıktığını söylemek mümkün. Nitekim, yerli ve yabancı bazı tarihçiler, bu şûrâ için "İptida Meclis–i Mebûsan" tâbirini kullanmışlar ve bunu Osmanlı'da ilk demokratik açılım hareketi şeklinde değerlendirmişlerdir.
İlk başkanlığını Mithat Paşanın yapmış olduğu Şûrâ–yı Devlet, bugün de Danıştay'ın ilk kuruluşu olarak kabul edilmektedir.
10.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|