Serkan Bey: “Kur’ân-ı Kerim’in ölenlere okunması veya okunan Kur’ân’ın ölenlere bağışlanması dinen uygun mudur? Okunan Kur’ân’dan ölüler fayda sağlar mı? ‘Ölenlere Kur’ân okunmaz, Kur’ân’da ve hadiste böyle bir şey yoktur’ diyenler var. Bu doğru mu?”
Ölüler de Allah’ın kulları ve onlar da Allah kelâmının feyzine ve saadetine muhtaçtırlar. Bilhassa Müslüman ölülerin, hassaten hayatlarında Kur’ân’ı kendilerine rehber edinmiş, Kur’ân’dan tefeyyüz etmiş, Kur’ân’ı öğrenmiş ve öğretmiş kimselerin, öldükten sonra Kur’ân’ın feyiz ve sevabından mahrum kalmaları düşünülebilir mi?
Kur’ân’ı okur; sevabını ölenlerimize bağışlayabiliriz. Ölenlerimiz için Allah’a duâ ederiz, onlar için rahmet-i Rahman isteriz, günahlarından mağfiret olmalarını dileriz, varsa azaplarının hafifletilmesini niyaz ede-riz, varsa sıkıntılarının giderilmesini talep ederiz, ifa ettiğimiz ibadetlerin, yaptığımız hayır ve hasenâtın, okuduğumuz Kur’ân’ın sevap ve feyzini bağışlarız. Bu duâlar ve bağışlamalar, ölenlerimizin bizim üzeri-mizdeki haklarıdır. Ve elbette kaynağını Kur’ân’dan ve sünnetten alırlar.
İfrata da, tefrite de lüzum yok. Din orta yoldur ve itidaldir. Biz orta yolu idrak etmekle yükümlüyüz. Yoksa her şey için ifrat ve tefrit söz konusudur, her meseleyi cerbeze konusu yapmak mümkündür, her şeyi içinden çıkılmaz bir kargaşa haline getirmek zor değildir, ma-rifet de değildir.
Elbette Kur’ân’ı ölenlere okumaya tahsis etmek ve ondan hayatımız için hiçbir ders almamak, vahametin en dayanılmazıdır. Ve şüphesiz Kur’ân’ı sadece ölenimiz olduğunda hatırlamak, onun dışında ona müracaat etmemek, ona el uzatmamak, onu işlerimizde hakem, amellerimizde kılavuz, hayatımızda ölçü kılmamak, onu iki hayatımız için hakikat kaynağı bilmemek, onu rehber edinmemek, onunla gülüp onunla ağlamamak, ehl-i hakîkati ağlattıracak bir gaflet halidir. Elbette Kur’ân’la önce kendi kalplerimizi diriltmemiz ve Kur’ân’ı kendi kalplerimizin hastalığı için şifa kaynağı yapamamız lâzım.
Ama bütün bunlar demek değildir ki, ölenlerimize bir buket duâ göndermek için, Allah kelâmından tefeyyüz ve istimdat etmeyelim.
Kur’ân’ı kendimizi muhatabına alarak okuyacağız, mutlaka okuyacağız; ama onun feyiz ve sevabını ölenlerimize de bağışlayacağız. Bu bizim sevabımızı eksiltmez. Bu mübarek günlerde okuduğumuz Kur’ân hürmetine, ölenlerimiz için mağfiret dileyelim, dünyamız için barış ve huzur isteyelim, Müslümanlar için ferahlık ve aydınlık dileyelim, günahlarımızın affını isteyelim, umduklarımıza nail olmayı ve korktuklarımızdan emin olmayı talep edelim. Ve Kur’ân’a öyle bir gönül verelim ki, o bizim hem dünyamız için, hem âhiretimiz için, hem kendimiz için, hem ölenlerimiz için ebedî necat vesilemiz ve kurtuluş vesikamız olsun.
***
Remzi Bey: “Fıkıhta ‘Mekruhları sürekli işlemek haramdır’ diye bir kaide var mıdır?”
Kur’ân’ın vahyinin ve Peygamber Efendimizin (asm) tebliğinin genel esaslarına uygun olmayan davranış biçimleri “hüküm” bazında “mekruh” olarak değerlendirilmektedir. Yani Allah’ın ve Resûlü’nün(a.s.m.) hoş karşılamadığı, ibadetlerle örtüşmeyen, kulluk ve itaat ruhuna yakışmayan davranışlara “mekruh” (kerih görülen, çirkin bulunan, hoş karşılanmayan) denmiştir. Haram ise, Allah’ın Kur’ân’da açık bir üslûpla veya Resulullah’ın (asm) hadislerinde net bir biçimde yasakladığı davranışların dindeki karşılığıdır.
Çoğu kere mekruhların bir adım ötesi harama çıkmaktadır. Öyle mekruhlar vardır ki, ısrarla devam edenler, haramlar hususundaki duyarlılıklarını da kaybedebilmektedirler. Fakat her mekruhun aynı ölçüde insana zarar vermediği de açıktır. Mekruhların “tenzîhen” ve “tahrîmen” şeklinde iki bölüm olarak incelenmesinin hikmeti de bu olsa gerektir. Tenzîhen, yani helâle yakın mekruhlarda tehlike daha azdır. Fakat tahrîmen, yani harama yakın mekruhlarda harama düşme tehlikesi daha fazladır.
10.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|