TAKDİM
Tartışmaların zirve yaptığı bir dönemde Güneydoğu Anadolu bölgesine giderek bölge insanının görüşlerini almak istedik. İlk durağımız Şanlıurfa oldu. İkinci durağımız Diyarbakır’a geçtiğimiz gün Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi kara harekâtı başladı.
Zaten olağanın üstünde olan bölge, operasyonla birlikte teyakkuza geçti. Biz de bu ortamda çalışmamıza devam etmeye çalıştık. Ancak hava elektrikli olunca görüşmelerimiz de normal seyrinde takip edemedi.
Şanlıurfa’dan başlayan ziyaretlerimiz Diyarbakır, Batman, Siirt, Cizre, Mardin’de devam etti. Görüşmeleri o ilin ileri gelenleri ile yapmaya çalıştık. Kimi ile planlandığı gibi görüştük. Bazı isimler bölgenin hassas durumundan dolayı konuşmaktan vazgeçti. Neticede çeşitli görüşten isimlerle konuştuk. Özellikle “somut çözüm önerileri”ni almaya çalıştık.
Fazla yoruma girmeden—yöneticilerimize fikir vermesi dileğiyle—sözü bölge insanına bırakalım…
İLK DURAK ŞANLIURFA
Kutluay, gönüllü kuruluşlarca Şanlıurfa’da günde bin aileye gıda yardımında bulunan aş evinin sorumlusu. Şanlıurfa’nın sevilen simalarından Kutluay, yerel radyo ve televizyonlarda program da yapıyor. Kutluay sorularımızı cevapladı:
* Bir türlü sona ermeyen problemi nasıl tanımlıyorsunuz?
Bunun temelinde ırkçılık yatıyor. İsim çok. Elbette herkes aşiretini, kavmini, ırkını sevecek. Bu tabiî bir şey. Fakat “En faziletli benimkidir” dediğinde dâvâ oradan çıkıyor. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda böyle bir problem yok. Daha sonra Türk unsuru çok öne çıktı. Böyle olunca Kürt varlığını tanımadılar.
*Osmanlı döneminde böyle bir şey var mıydı?
Yoktu. Olsa da münferitti. Batıdaki isyanlar gibiydi.
Etnik bir problem değil…
Değil. Doğuda Kürt unsurunun çoğunluğu Şafiidir. Şafii dört mezhep içinde biraz daha işi sıkı tutan bir yapıya sahip. Tasavvuf olarak çoğu da Nakşidir. İşin en uç noktalarında. Bu insanlardan bir anarşi, terör gelmesi mümkün değil. Fakat sistem yanlışlık yaptı. Kürtçe konuşanlara kızdılar. Milletin başındaki puşuyu yırttılar. Örtüleriyle uğraştılar.
*Ne amaçla yapıldı bunlar?
Bizim inancımız şu: Dinsizliğin altı anarşi, üstü istibdattır. Bir yerde İslâm yoksa, dine karşı çıkılıyorsa bilin ki onun altında gizliden gizliye mantar gibi anarşi türer. Üstünde de cunta. Tarih buna şahittir. Ne kadar dinsizleşmiş yapılar var olmuşsa altında anarşi, üstünde istibdat türemiştir. Başka bir şey olamaz. İslâmın getirdiği o adalet olsa ne anarşi, ne istibdat olur. İşte Asrı Saadet bunun en güzel örneğidir. Peygamber Efendimiz’in (asm) yanında Hz. Bilâl vardı, ama Habeşliydi. Habeş kimliğini kullanırdı. Bilâl-i Habeşi denirdi. Suheyl vardı Rumî idi. Suheyl-i Rumî denirdi. Rum kimliğini kullanırdı. Selman da (ra) İran’dan geliyordu, Selman-ı Farisi kimliğini kullanırdı. Resulullah Efendimiz (asm) bunu telâffuz ederdi. Biz bunlardan rahatsız olduk “tek yapı, tek milliyet” dedik. Bu mümkün değil.
*Din unsurunu vurguluyorsunuz. Ancak ne devlet katında ne de Kürt kimliğinin savunucuları arasında dinî söyleme rastlanmıyor…
İkisi de yanlış. İki yanlışın çatışması doğruları üzüyor. Milletin kurtuluşu ittihadı İslâmdır. Ayrılıkla bu işin olacağını hiç kimse zannetmesin. Koca bir imparatorluğu küçülttük. Küçük küçük ırkî ve millî devletler de kuruldu fakat yine mutlu değiliz.
*Urfa’da bu problem kendini nasıl gösteriyor?
Urfa’da çok köklü aileler var. Tarih boyunca Türk-Kürt-Arap kavgası olmamış. Gerek Kürt, gerek Türkmen gerek Arap ailelerde hakikaten sağ duyu hakim. Bir iki istisnayı çıkarırsak hepsi birlikten, beraberlikten yana. Bu bir. İkincisi Urfa’da güzel çalışmalar var. Bunu göz ardı edemeyiz. Belki Türkiye’nin hiçbir yerinde olmayan kardeşlik bağlarımız. Meselâ şu grup, şu vakıf, dernek demeksizin herkes birbirinin hizmetini alkışlar. Bu çok büyük bir şey. Urfa bu yönden şanslı.
*Urfa farklılıkları olduğu gibi kabul etmiş?
Tabiî. Bir de Urfa’da üç unsur birbiriyle çok sıcak bir şekilde kaynaşmıştır. Meselâ Türkler İmadettin-i Zengi ekolünü bilir. İmadettin-i Zengi Atabek Aksungur’un oğlu. Türkmendir. Araplar Sahabe İyad bin Ganen’i çok iyi bilir. Urfa’nın ilk fatihi. İkinci Fatih de İmadettin’dir. Kürtler, Selâhaddin-i Eyyubi’yi bilir. Ki o İslâm birliği için hakikaten çok emeği olan bir kişi. Bu bağlar çok önemli. Urfa’ya dışarıdan empozeler oldu fakat tutmaz. Bugün bir camiye gittiğimizde camide Türkü, Kürdü, Arabı hepsi bir arada kardeş gibi. Meselâ mahallede, sokakta, iş yerimizde asla kimsenin içinden böyle aksi bir düşünce gelmez.
*Dışarıdaki empozeler zarar verdi mi?
Vermez. Kız vermişiz, kız almışız. Bir defa “Mü’minler kardeştir” kalesi bizi koruyor.
*Urfa’nın peygamberler şehri olmasının kardeşlik bağının oluşmasında ne gibi etkisi var?
Hz.İbrahim’in beldesi, menzili olması yönüyle, ayrıca sahabelerin buralara gelip fethetmesiyle atılan o temeller gerçekten birliktelikleri sağlayan çok büyük etkenlerden birisi.
*Sistemin yanlışlarından bahsettiniz neler onlar?
Sistem ırkî esasları getirdi. O dönemde Bediüzzaman bunun yanlış olduğunu kerratla belirledi. Bu memlekette yalnız bu unsur değildir. Hatta bugün Türklük, Kürtlük veya Araplık adına çıkan bazı insanlar için Bediüzzaman “levh-i mahfuza bakmak lâzım” diyor.
*O kadar iç içe geçmiş?
Evet. Meselâ biz konuşmalarımızda şunu diyoruz; Kardeşler hangimiz ana rahmine düşerken kendimizi Allah’a sipariş ettik. Yarabbi beni mutlu bir Türk, Kürt, Arap yarat. Allah diledi yarattı. Yarattığında da ne dedi “tanışasınız.” Farklılıklar adres olarak verildi. Eğer böyle bir tercih hakkımız olsaydı bugün doğan çocukların büyük bir çoğunluğu Avrupa Birliği’nde doğmak isterdi. Millî gelir daha fazla, refah düzeyi daha yüksek. Allah bizi diledi, nakşetti. Her birimizi Türk, Kürt, Arap yarattı. Bunun için şimdi kalkıp Nakkaş adına konuşup kavga etmek çok yanlış. Sistem bunu anlayamadı. İttihat ve Terakki’nin, Jöntürklerin uzantıları maalesef cumhuriyet kurulduğunda da bunu yaptılar ve böyle gideceğini zannettiler ama bu mutlaka patlak verecekti.
*Bir çok konferansa katılıyorsunuz. Dini önceleyen bu söyleminiz nasıl bir tepki görüyor?
Din bu milletin dem ve damarlarına yerleşmiş. En uç toplantılara gittik. Dini doğru anlatırsanız insanlar dinliyor, hiçbir problem yok. Yeter ki bu millete doğru dini verelim. Bugün bölgemizde kan dâvâları olduğunda hiç kimse onda etkin bir barış yapamaz. Ama ulema, maneviyat ehli olan kişiler o dâvâya girdiğinde kolaylıkla hallolur. Kerratla başımızdan geçmiştir; 3-5 insan ölmüştür. Gitmişiz bir aşrı şerifle, bir vaazla konuştuğumuzda adam teslim olmuştur. Hatta namaz kılmasa bile. Dine bu milletin acayip bir saygısı vardır.
*Bölgede kan dâvâsı olaylarının çok olmasının kaynağı ne olabilir?
Cehalettir. Ama eskisi gibi kalmadı. Güzel bir gençlik geliyor. Türkiye’de artık hakim olan sağduyunun, radyoların, yerel basının gençlik üzerinde etkisi çok. Herkes okuyor, araştırıyor. Yeni genç öğretmenlerin köylere, kırsal alanlara dağılmasıyla cehaletin İnşallah beli kırılacaktır. Kırıldı da biraz daha var.
*Kan dâvâsı dışında etnik bir çatışma veya kavgayla karşılaştınız mı?
Hayır. 58 yaşındayım. Bu Kürttür, bu Araptır, bu Türktür diye kavga edenleri hiç duymadım. Urfa’da asla böyle bir şey olmadı. Ama gıyaben bazı şeyler söylenmiştir. Bunlar etkisiz kalmıştır. Bu da yine cehalettendir. Birileri bunu kaşımak istedi. Kısmen tutmaya çalıştı tutmadı. Tutmaz da.
*Sorunun çözümüne yönelik önerileriniz neler?
Devletin başını şöyle kaldırıp şapkasını önüne indirip düşünmesi lâzım. Biz nerede hata yaptık. Hatalar da çok bariz meydandadır. Gerek sivil, gerek askerî kesim o hataları görecek. Artık bağırmakla, çağırmakla olmuyor. Sloganla da olmuyor. Denendi. Dağa taşa yazıldı “Ne mutlu Türküm diyene” olmadı. Bunun yerine “Ne mutlu Kürdüm diyene” yazsalar yine olmaz. Bunun yerine hak ve hukuk dediğimiz yani adalet, özgürlük tam mânâsıyla olursa bu iş biter. Herkesin hakkını vermek lâzım. İlla Müslüman olması şart değil. Hangi dine mensup olursa olsun. İslâm adalet dinidir. Bir insanın temel beş hakkından can, akıl, mal, nesil emniyeti olursa bu iş biter. Fakat böyle inadına inadına işi unsurculukla, menfi milliyetçilikle halledilemez. Türkiye’de şu akım var; Biri “ver kurtul” diğeri “vur kurtul” diyor. Ne ver kurtul, ne vur kurtul. Kardeş ol kurtul deriz. Kardeş olmakla birbirimizi saygı ile karşılamamız, fikirlerimizi kabullenmemiz lâzım.
*Bu kadar yanlış ve tahrike rağmen hâlâ birliktelik varsa bunu nasıl yorumlarsınız?
Temeli çok sağlam. Buradan Van’a, Kars’a gittiğim zaman gönül rahatlığıyla ibadetimi yapıyorum. Kürt kardeşimin misafiri olabiliyorum. Sırtımı ona dönebiliyorum. Ama benim bir ard düşüncem yok. Ard düşüncem olsa belki oralara gitmem. Şimdi sistemin yapacağı eğitimde bunu düşünmeli. Yani dillerin çok olması ihtilâf değildir. Bir renktir. Allah bunu böyle yaratmıştır. Her dil bir âyettir.
*Sahabelerin mensup olduğu ırk ile tanınması günümüze çok önemli bir mesaj değil mi?
Evet. Peygamber Efendimiz (asm) hiçbir zaman kimsenin alt kimliğini, üst kimliğini değişmedi. Kimsenin makam ve mevkiini yıkmaya da gelmedi. O tamir etmek için geldi. Önce İslâmı anlamak lâzım. Son zamanlarda görüyorsunuz ayak üstü fetva verenler var. Adam yeri geldiğinde “Diyanet İşlerimiz var” diyor yeri geldiğinde kendisi fetva veriyor. Halbuki ehli konuşmalı. Burada hepimiz elimizi yüzümüze koymalıyız. 30 yıldır bu kavga var. Tarihte de bazı dönemlerde olmuş. Bunu nasıl hallederiz diye düşündüğümüz zaman hakikaten çok güzel sonuç verecek. Meselâ Urfa müziğini ele alalım. Çok güzel. Neden? Çünkü üç unsurun müzik anlayışı var. Arapçanın, Kürtçenin, Türkçenin oluşturduğu mozaikten dolayı o kadar tatlı. Urfa müziği her zaman gündemdedir.
*Kardeşlik müziğe de mi yansımış?
Tabiî tabiî. Meselâ damak tadı. Bugün McDonalds’ın en korktuğu şeylerin başında lahmacun geliyor. Damak tadı üç unsurun damak tadının sonucudur. Birleşilirse damak tadı gibi müzikteki lezzet gibi güzellik meydana çıkacak.
*Yöneticilerin ne gibi vasıflara sahip olması lâzım? Halk nasıl bir yönetici tipi istiyor?
Tayin edilen idareciler çok önemli. Bu sadece valiyle kalmıyor. Müdürler, komutanlar hatta karakol komutanları, öğretmenler, sağlık personeli… Hepsi donanımlı gelse böyle bir mesele kalmaz. Ama adam geliyor bakıyorsunuz kışkırtıcılık yapıyor. Tahrik ediyor. Çok yaşandı. Münferit de olsa insanın canını sıkıyor.
*Medyanın tavrı peki?
Medya; edipler edepli olmalı. Edepsiz olursa çok kötü olur. Yani bazı medya kuruluşlarının çok yanlış yaptığını düşünüyorum. Akşam haberlerde bir şeyler dinlerken içimize bir inşirah gelsin diyoruz, içimiz kararıyor. Sağduyulu medyanın daha başarılı olması için duâ ediyoruz. Diğerlerini de Allah ıslâh etsin diyoruz.
|