TÜRKİYE ZİRAATÇILAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI İBRAHİM YETKİN, “IMF VE DÜNYA BANKASI TÜRK TARIMINI GELİŞTİRİLECEK BİR SEKTÖR OLARAK DEĞİL, AKSİNE KAYNAK YUTAN VE TASFİYE EDİLMESİ GEREKEN BİR SEKTÖR OLARAK GÖRMEKTEDİR” DEDİ.
*Türkiye Ziraatçılar Derneği, ne zaman ve hangi amaçla kuruldu?
Tüm ülke çapında yayılmış, 28 şubesi ve 36 temsilciliği ile Türk tarımının en köklü ve etkili örgütlerinden biri olan Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) 1949 yılında bir grup ziraatçı tarafından tarım teknisyenlerinin meslek örgütü olarak kurulmuştur.
1990’lı yıllara kadar hitap ettiği meslek grubunun çıkarlarını savunmanın yanı sıra tarım alanında etkin bir sivil toplum örgütü haline gelen dernek, bu yıllarda yaptığı tüzük değişikliği ile asgarî üç yıl tarım alanında eğitim görmüş tüm teknik elemanlarla birlikte, örnek çiftçiler ve tarım alanında araştırma yapan bilim insanlarını da bünyesine kabul etmeye başlamıştır.
TZD bugün esas olarak tarım tekniker ve teknisyenleri, çiftçiler, ziraat mühendisleri, ev ekonomisi tekniker ve teknisyenleri ile tarım alanında araştırma yapan bilim insanlarından oluşan 10 bine yakın aktif üyeye sahiptir.
Bağımsız bir sivil toplum örgütü olan dernek, 1959 yılında tarım sektörüne yaptığı katkılardan ötürü Bakanlar Kurulu kararıyla “Kamu Yararına Dernek” statüsünü kazanmıştır. O zamandan bu yana bu statüyü sürekli korumaktadır.
*Derneğinizin faaliyetleri nelerdir? Üyelerinizi bilgilendirmek ve bilinçlendirmek adına neler yapıyorsunuz?
TZD, tarım alanında, teknik elemanların meslekî ve özlük haklarının korunmasının yanı sıra etkili bir yayın, örgütlenme, araştırma ve eğitim faaliyeti sürdürmektedir.
Derneğimizin yayın organı olan Ziraat Dünyası dergisi 1950’den beri kesintisiz yayınlanmaktadır ve önümüzdeki günlerde 500. “onur sayısını” çıkaracaktır.
Derneğimiz, her yıl tarımın güncel sorunlarına kapsamlı olarak eğilen ve çözümler getiren raporlar yayınlamaktadır. Bu raporlar, basın toplantılarının yanı sıra dergimizde, internet sitemizde ve kitap halinde yayınlanmaktadır.
Derneğimiz, uluslararası kuruluşlarla işbirliği halinde ülkemizde kırsal yoksulluğa karşı geliştirilen programlara danışman ve yürütücü kuruluş olarak katkıda bulunmaktadır.
Derneğimiz tarım alanında faaliyet gösteren çeşitli kuruluşlarla ortaklaşa araştırmalar yürütmektedir. GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı adına yapılan ve GAP Bölgesinde Sosyal Güvenlik uygulamalarını, bu alandaki sorunları ve bu sorunların sosyo-ekonomik kökenlerini inceleyen alan araştırması bu tür faaliyetlerimizin bir örneğidir.
Derneğimiz, meslek mensuplarının formasyonlarını yükseltmek için sürekli çaba harcamaktadır. Bu çerçevede tarım teknisyenlerinin ön-lisans eğitiminden geçirilmesi mücadelesini başarıyla yürütmüş, meslek içi eğitimin gerçekleştirilmesi, Tarım Meslek Liselerinin müfredat programlarının geliştirilmesi, tarım danışmanlığı kursları açılması gibi eğitim faaliyetlerini gerçekleştirmiştir. Bu faaliyetler halen aktif olarak sürdürülmektedir.
*TZD’nin Türk çiftçisine ne gibi destekleri var?
Derneğimizin Türk çiftçisine sağladığı destek eğitim, yayım ve örgütlenme çalışmaları alanındadır. Ayrıca Türk tarımının sorunlarının belirlenmesi ve kamuoyu ile yetkililerin dikkatine sunulması açısından da önemli çalışmalarımız mevcuttur. Bu açıdan özellikle bu yıl yedincisi toplanmış olan Ulusal Tarım Kongrelerinin her yıl düzenli olarak gerçekleştirilmesini zikredebiliriz.
Bu kongreler, Tarım Satış Kooperatifleri, Üretici Kooperatifleri ve Ziraat Odalarından, Tarımsal üretim ve sanayinin önde gelen temsilcilerine kadar geniş bir yelpazenin her yıl değişik bir ana tema etrafında görüş ve bilgi alış verişi yapmasını sağlamaktadır. Dahası, sektör temsilcilerinin kongrelerde dile getirilen ortak sorunlar etrafında birleşerek yetkililer nezdinde bu sorunlara çözüm aramasını mümkün kılmaktadır. Örneğin bu yılın başında gerçekleştirilen 7. Ulusal Tarım Kongresinin ana teması “Küresel Isınma ve Tarım” olarak belirlenmiş, konu, TBMM Başkanı, Tarım ve Köyişleri Komisyon Üyeleri ve Bakanlık yetkililerinin de izlediği ve tartışmalara katıldığı bir ortamda, bitkisel üretim, hayvancılık, gıda sektörü alanında faaliyet gösteren üretici ve meslek kuruluşları ile sanayici ve kredi kurumları arasında tartışılmıştır. Bu tartışmalar sonucu ortaya çıkan değerli bir bilgi birikimi Kongrenin hemen ardından kitap olarak bastırılmış ve yaygın biçimde dağıtılmıştır.
*Türkiye tarımsal üretim potansiyelini gerektiği gibi değerlendirebiliyor mu?
Türkiye’de tarımsal üretim rakamlarının son yıllarda genel olarak düştüğü bir gerçektir. 2007 yılında yaşanan büyük üretim düşmelerinin önemli bir bölümü kuraklıktan kaynaklansa bile kuraklığa karşı tedbir alamamış olmak da üretim potansiyelimizin gerektiği gibi değerlendirilemediği gerçeğini doğrulamaktadır.
Sorun çok kapsamlı olduğu için ben konunun özüne değinmek istiyorum. Bir ülkenin tarımsal potansiyelini değerlendirebilmesi için öncelikle bir ulusal gelişme stratejisinin olması ve daha sonra bu stratejinin hayata geçirilmesi için gerekli kaynağın meydana getirilmesi ve kullanılması gerekir.
Türkiye’nin bu alanda temel sorunu, özellikle 2000 yılından bu yana Türk ekonomisinin IMF ve Dünya Bankası gibi dış kaynaklar tarafından yönlendirilmesidir. Bu güçler Türk tarımını geliştirilecek bir sektör olarak görmemekte, aksine kaynak yutan ve tasfiye edilmesi gereken bir sektör olarak görmektedir. Nitekim son yıllarda tarıma ayrılan kaynaklar büyük ölçüde azaltılmış, tarımsal girdilerin fiyatları enflasyonun kat kat üzerinde artarken ürün fiyatları en fazla enflasyon oranında arttırılmış ya da düşürülmüştür. Böylece tarımdan özellikle finans kesimine ve bütçeye kaynak aktarılmıştır.
Böyle bir anlayışla üretim potansiyelimizin değerlendirilemeyeceği açıktır.
*Miras yoluyla tarım arazilerinin daha fazla bölünmesini önlemeye yönelik bir takım hazırlıkların olduğunu biliyoruz. Bu çalışmaları nasıl buluyorsunuz?
TZD olarak yıllarca Türk tarımının gelişmesinin önündeki en büyük engellerden birinin tarım arazilerinin aşırı parçalanmış olması olduğunu belirttik. Dolayısıyla bu parçalanmayı bir ölçüde de olsa önleyecek bu tür önlemleri olumlu buluyoruz. Ancak, bu tür çalışmalar küçük üreticilerin kooperatif işletmeleri içinde güçlerini birleştirmeleri ile tamamlanmadığı takdirde yeterli sonuç getirmez.
*Tarım ürünlerini işleyen fabrikalar özelleştiriliyor. Bu özelleştirmeler Türk çiftçisini nasıl etkiliyor?
Günümüzde tarımın gelişmesi tarımsal sanayiin gelişmesinden ayrılamaz. Ülkemizde tarımsal sanayi işletmelerinin özelleştirilmesi uygulamalarına baktığımızda bu uygulamaların üretimden ziyade mevcut işletmeleri tasfiye ederek yabancı tekellerin ürünlerine pazar oluşturmak ya da arazi spekülasyonu gibi amaçlar taşıdığını gözlemliyoruz. Nitekim, bugün bu özelleştirmeleri savunan neredeyse hiçbir kesim kalmamıştır; buna karşılık Türk tütüncülüğünü tamamen çökertecek TEKEL’in sigara fabrikalarının özelleştirilmesi daha geçtiğimiz günlerde gerçekleştirildi. Sırada şeker fabrikaları var. Bu uygulamaları Tütün ve Şeker Kanunu ile birlikte düşünürsek, amaç daha iyi anlaşılır.
*Çiftçi örgütlerimiz tarımı ilgilendiren yasalarda belirleyici olabiliyor mu?
Çiftçi örgütleri ile son yıllarda çıkarılacak yasalar konusunda görüşmeler yapılıyor, ama bu görüşmelerde çiftçi kesiminin görüşleri genel olarak belirleyici olamıyor. Bunun en büyük sebebi, tarımsal politikanın genel çizgisinin üretim açısından değil malî kaygılarla belirlenmesi ve özellikle kaynaklar açısından yetkinin giderek Tarım ve Köyişleri Bakanlığı gibi konuyu sektör açısından değerlendiren kurumlardan Maliye Bakanlığı gibi kurumlara kaymasıdır.
*Sizce Türk çiftçisi tarlasını ekerken bir planlama yapıyor mu?
Kuşkusuz her çiftçi kendi açısından bir planlama yapıyor, ama esas önemli olan ulusal ölçekte bir planlamanın gerçekleştirilmesi ve uygun araçlarla bunun hayata geçirilmesidir. Günümüzde bu politikaların hayata geçirilmesinin en önemli aracı destekleme politikalarıdır. Bizde ise destekleme politikası son yıllarda büyük ölçüde Doğrudan Gelir Desteği (DGD) adı verilen bir ödeme biçimine kaydırılmıştır. Bu ödeme, bir üretim teşviği değildir; daha çok bir sosyal yardım niteliğindedir ve Batı ülkelerinde genellikle aşırı üretim durumlarında üretmesi istenmeyen çiftçiye bir tür tazminat olarak verilir.
*Son yıllarda küresel ısınma ve çevre sorunları tartışılmaya başlandı. Özellikle İç Anadolu Bölgesinde yaşanan su sıkıntısı nasıl aşılacak. Damlama sulama sistemini böyle arazilerde kullanmak mümkün mü?
Küresel ısınma bir gerçek ve Türkiye’de bu olgudan en fazla etkilenen ülkelerden biri. Bu durum bizi bir an önce tedbir almaya zorluyor. Konya Ovasında bu yıl felâket bir durum yaşandı. Hububatta ürün kaybı yüzde 50’nin üzerinde oldu; bazı yerlerde üretici tarlasını biçmedi bile. Ayrıca Konya Ovasında yeraltı sularının çekilmesi sebebiyle sulama giderek zorlaşıyor. Bu durumun en önemli sakıncalarından biri de bu durum böyle devam ederse Toroslardan Tuz Gölüne doğru gerçekleşen akıntı yönünün tersine dönmesi. Bu durumda bütün yeraltı sularının tuzlanması söz konusu.
Konyada uygulanması yıllardan beri yeterli kaynak ayrılmadığı için uzayıp giden bir Konya Ovası Sulama Projesi (KOP) var. Bir çok ayağı olan bu projenin sür’atle hayata geçirilmesi gerekiyor.
Konya Ovasında bir diğer önemli sorun da kaçak sulama. Kaçak kuyular sebebiyle rasyonel bir su kullanımı mümkün olamıyor. Kaçak sulama aynı zamanda vahşi sulamayı teşvik ediyor; ki bu durumda uğranan zarar iki yönlü oluyor.
Damla sulama özellikle Konya Ovası gibi pancar üretiminin yoğun olduğu bir bölgede hayatî bir zorunluluk. Nitekim, bölgenin pancar üreticileri kooperatifi Konya Pankobirlik ve Konya Şeker bu ihtiyacı tesbit ederek Türkiye’nin en büyük damla sulama tesisini kurmuş bulunuyor. Üretici kuruluşu eliyle gerçekleştirilen bu girişim hem çiftçiyi aydınlatma hem de uygun fiyat ve ödeme şartlarıyla tesis kurma açısından büyük avantajlar içeriyor. Türkiye Ziraatçılar Derneği olarak bu projeye büyük önem veriyor ve örnek olması açısından elimizden geleni yapıyoruz.
TARIMDA AB’YE UYUMUN YILLIK
MALİYETİ 11.3 MİLYAR EURO
*Size göre Türkiye tarım politikaları bakımından AB ile rekabete hazır mı? AB’ye hazırlanmak için neler yapılmalı?
Tek kelimeyle hayır! Türkiye’nin AB’nin tarımsal yapısına uyumunun maliyetinin yıllık 11.3 milyar Euro civarında olacağı hesaplanmaktadır. Buna karşılık, AB tarımın gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla özel bir uygulamaya gitmeyeceğini açıkça ilân etmiş; bununla da kalmamış, tam üyelik perspektifiyle müzakereler yürütülse bile tarım ve serbest dolaşım konusunun üyelik anlaşması dışında bırakılabileceğini açıklamıştır. Bu noktada, 3 Ekim 2005 tarihli Müzakere Çerçeve Belgesi’nde yer alan diğer hükümlere de kısaca bir göz atmak gerekmektedir. Belgede, 1 No’lu kural, şu şartı getirmektedir: “Müzakerelerin ilerleme hızı, Türkiye’nin üyelik için gereksinimleri karşılamasındaki ilerlemeye bağlı olacaktır… Birlik tarafı, zamanı geldiğinde, kendi bölümü adına, müzakerelerin sonuçlanması için gerekli şartların karşılanıp karşılanmadığı hususunda karar verecektir. Bu 6. bentte listelenen gerekliliklerin Türkiye tarafından yerine getirildiğini teyit eden komisyon raporu temelinde yapılacaktır.” Bu noktada, 6. bende bakıldığında, söz konusu gerekliliklerden birinin “Birlik içindeki rekabetçi baskı ve Pazar güçleriyle baş edebilecek kapasitenin varlığı” olduğu görülür. Bu durumda, olması gereken, daha önce üye olmuş ülkelerde yapıldığı gibi, bu çelişkinin geri ülke tarımına kaynak, bilgi ve teknoloji aktarılarak giderilmesidir. Aksi takdirde, Müzakere Çerçeve Belgesinde, tam üyeliğin şartı olarak belirtilen “Birlik içerisindeki rekabetçi baskı ve Pazar güçleriyle baş edebilecek kapasitenin varlığı” söz konusu olamaz; dolayısıyla üyelik de söz konusu olamaz…
Devam edecek
|