|
|
Hadis-i Şerif Meâli
Çalış, Allah'ın rahmetine güvenerek tembellik gösterme.
Câmiü's-Sağîr, No: 694
|
08.04.2008
|
|
Kalplerde Allah korkusu yer etmeli
Dördüncü Söz’de izahı bulunan, her gün yirmi dört saat sermaye-i hayatı, Hâlıkımız bize ihsan ediyor; tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın. Biz kısacık hayat-ı dünyeviyeye yirmi üç saati sarf edip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan hayat-ı uhreviyemize sarfetmezsek, ne kadar hilâf-ı akıl bir hata ve o hatanın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak ve meyusâne hayatını geçirmek sebebiyle, değil terbiye almak, belki terbiyenin aksine gitmekle ne derece hasâret ederiz, kıyas edilsin.
Eğer, bir saati beş farz namaza sarf etsek, o halde hapis ve musibet müddetinin herbir saati, bazan bir gün ibadet; ve fâni bir saati, bâki saatler hükmüne geçebilmesi ve kalbî ve ruhî meyusiyet ve sıkıntıların kısmen zevâl bulması ve hapse sebebiyet veren hatalara kefâreten affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne derece kârlı bir imtihan, bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün...
Dördüncü Söz’de denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı için bin adam iştirak etmiş bir piyango kumarına yirmi dört lirasından beş on lirayı veren ve yirmi dörtten birisini ebedî bir mücevherat hazinesinin biletine vermeyen, halbuki dünyevî piyangoda o bin lirayı kazanmak ihtimali binden birdir; çünkü bin hissedar daha var ve uhrevî mukadderat-ı beşer piyangosunda, hüsn-ü hâtimeye mazhar ehl-i iman için kazanç ihtimali binden dokuz yüz doksan dokuz olduğuna yüz yirmi dört bin enbiyanın ona dair ihbarını keşifle tasdik eden evliyadan ve asfiyadan had ve hesaba gelmez sâdık muhbirler haber verdikleri halde, evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak ne derece maslahata muhalif düşer, mukayese edilsin.
Bu meselede hapishane müdürleri ve sergardiyanları ve belki memleketin idare müdebbirleri ve asayiş muhafızları, Risale-i Nur'un bu dersinden memnun olmaları gerektir. Çünkü bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakit tahattur eden adamların idare ve inzibatı, on namazsız ve itikatsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâl bilmeyen ve kısmen serseriliğe alışan adamlardan daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş.
Şuâlar, s. 176
***
Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesâtları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimâiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes'ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. "Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım" diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.
Şuâlar, s. 203
Hâlık: Yaratıcı.
hayat-ı uhreviye: Ahiret hayatı.
hilâf-ı akıl: Akla ters.
meyusâne: Üzülerek.
uhrevî: Ahiretle ilgili, ahirete ait.
mukadderat-ı beşer: İnsanlar hakkında Cenab-ı Hakk’ın olmasını takdir ettiği hadiseler.
hüsn-ü hâtime: Güzel son, akibet.
sergardiyan: Baş gardiyan.
|
08.04.2008
|
|
Sadık bir kumandan
Sadakat okyanusundan doya doya içebilmiş bir zât… Yaşadığı her dakikayı dâvâsına verebilmeyi kendine şiâr edinebilmiş bir abd…
Yaşayarak hizmet etmeyi değil, hizmet ederek yaşamayı başaran bir Selver…
Kendi ifadesiyle “Yediğim her lokma haram, hizmet ettiğim zamanlar müstesnâ” diyebilen, dâvâsında fani olmayı başarmış bir şahsiyetten bahsediyorum. Hak yolunda her türlü musibete karşı kal’a gibi dik duran başıyla meydan okumuş, nurun istikamet timsâlini, nurun kahramanını ifade etme gayreti içerisindeyim.
Lisânımdaki sözlerin aciz kaldığı, kalemimdeki mürekkebin yetersiz kalacağı bir kumandanı anlatmak için bütün bu çabalarım. İlk zamanlarda “Ziver” diye hitap edilirken, daha sonraları Bediüzzaman Hazretlerinin “Zübeyir” diye hitap ettiği Zübeyir Gündüzalp’i kastediyorum kısaca.
“Zübeyir” denilince aklımdan birçok mânâ gelip geçiyor. Asr-ı Saadete gidecek olursak, İslâm tarihinde küffâra karşı ilk defa kılıç çeken sahabe olarak Zübeyr bin Avvam’ın hayatı canlanıyor zihnimde. Onun, Resûlullah’a olan sevgisi, sadakati… Resûlullah’ın bütün sıkıntılı zamanlarında yanından ayrılmayarak gösterdiği bağlılığı, Nebî-i Zîşan’ın “Her peygamberin havarisi vardır, benimki de Zübeyrdir” sözleriyle en büyük iltifatlarından birisine mazhar oluşu geliyor aklıma.
Garip bir tecellîdir ki Asr-ı Saadetten Ahirzaman’a geldiğimizde bu mânâlar Bediüzzaman ve Zübeyir Gündüzalp’in arasındaki ilişkiyi ifade ediyor. Birinci Ağabeyin deyimiyle “sadakat âbidesi”, Tahirî Ağabeyin ifadesiyle “Bediüzzaman’ın sır kâtibi”, kendi imzasıyla “harem-i ismetindeki hizmetkârı”.
***
Bediüzzaman Hazretlerinin “Zübeyir’i kâinata değişmem”, “hakikî fedakâr” gibi birçok sözü, Asr-ı Saadette yaşanan tablonun, âhirzamanda da bir numûnesinin yaşandığını gösteriyor.
Risâle-i Nur’dan aldığı ilhamla söylediği “Ben ümmet-i Muhammed’i sâhil-i selâmete çıkaran bir geminin hademesiyim. Minnetimi sadece Allah’a duyarım. Hayatımı sadece Allah rızası için Kur’ân’a ve Risâle-i Nur’a feda ederim” cümlesiyle hayat felsefesini özetliyor. “Hademenin görevi yolcuların rahatını temin etmektir” sözlerini ekleyerek de hayattaki vazifesini belirtiyor. Kur’ân’a ve Risâle-i Nur’a karşı o kadar hassas ki, çoğu zaman ihmal ettiğimiz hâl ve hareketleri sergilemiyor. Risâle-i Nur’un üstüne Kur’ân’dan başka bir şey, Kur’ân’ın üstüne ise hiçbir şey koydurmuyor. Herhangi bir konuşmada yorumda bulunanlara “Sadırdan mı? Satırdan mı?” diye sorarak, konuşmaların satırdan olmasına hassasiyet gösteriyor.
Hayatına baktığımızda tembellik, atalet gibi lafızlara yer vermiyor, bunu Üstadından aldığı şu sözle tatbik ediyor: “Kardeşim, mesleğimiz meşakkattir, meşakkat alâmet-i makbuliyettir.”
Hayatın her aşamasında bildiği (okuduğu) hakikatler için mücadele veren, hasta olduğu dakikalarda dahi etrafına şevk yayan, herkesin bardağını kabiliyetine göre dolduran bir kumandan… Sayamadığım birçok vasfı beraberinde bulundurarak gelecek nesillere, yani bizlere ve daha sonrasına, hakikatleri öncelikle kendi hayatında yaşayarak örnek olan bu güzide insanın hayatını anlayarak okumak, araştırmak, okuduklarımızı yaşayabilmek ve yaşatabilmek duâsıyla…
|
FURKAN DEMİR
08.04.2008
|
|
Ya Resûlallah!
İnsanlık bekliyordu doğacak bu güneşi.
Âlemlere rahmetti yoktu benzeri eşi.
Kalplerdeki zulmeti darmadağın ederek
Sahil-i selâmete çıkarmıştı beşeri.
Fetret devri son buldu teşrif ettiği zaman.
İnsanlar koşuyordu ona doğru an be an.
Lâilahe illallah deyip ediyordu iman.
Kelime-i Tevhiddir dâvân, Ya Resûlallah
Peygamberlik halkası seninle buldu hitam.
Senin bi’setin ile gelmişti en son İslâm.
Bütün peygamberleri tasdik ettin bitamam.
Enbiyanın reisi, sensin Ya Resûlallah
Gelince yapıverdin sath-ı arzı bir mescid.
Allah’a kulluk için herkesten aldın ahid.
Çok kısa bir zamanda yetişti nesl-i cedid.
Ehl-i imana imam, sensin Ya Resûlallah
Hal ve etvâr, ahlâkın numune-i imtisâl.
Sünnetine ittibâ Rabbime eder isâl.
Birer pusula gibi dosdoğru olur ahvâl.
Bütün beşere hatip sensin Ya Resûlallah
Ezelî bir hutbeyi okudun ins ü câna.
Tebliğ edince dedin; haydi gelin imana.
Niçin gönderdi Rabbim dünya denen bu hana.
Her sorunun cevabı sende, Ya Resûlallah
İlâhî emirleri tebliğ ettin beşere.
İlâhî marziyâtı haykırmıştın habire.
Çok kısa bir zamanda ulaşmıştın her yere.
Medine’yi bir minber yaptın, Ya Resûlallah
Dünyada ve ukbada istiyorsan saadet.
Kur’ân’a ve sünnete iman ve itaat et.
Ancak böyle korunur verilen bu emanet.
Ümmetine şefaat eyle, Ya Resûlallah
|
Mehmet Kovancı
08.04.2008
|
|
|
|