Dünden devam
Türkiye Ziraatçiler Derneği’nin hazırladığı “AB Sürecinde Türkiye Tarımı Raporu” Türkiye-AB müzakerelerinin devamında tarım politikasının belirleyici ana unsur olacağına dikkat çekiliyor. İlki 2005 yılı Haziran ayında hazırlanan ve halen güncelliğini koruyan rapor aslında AB içinde süren Türkiye kavgasına da ışık tutuyor. Son günlerde kamuoyu, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı Fransa’nın neden olumsuz bir tutum takındığını ve AB zirvesinde Fransa-İngiltere tartışmasının ardından Türkiye’nin üyelik sürecinin ne yönde etkileneceği merak edilmeye devam ederken bu soruların cevabı aslında AB Ortak Tarım Politikalarındaki yön değişikliği ve Türkiye’nin muhtemel bir üyeliğinin bu yön değişikliğini önemli ölçüde etkileyeceği gerçeğinde gizli. Bu süreci iyi anlayabilmek için AB’nin kendi içinde uyguladığı tarım politikaları ile Türkiye’ye empoze ettiği tarım politikaları arasındaki farka bakmak gerekiyor.
Türkiye’de, AB’nin de desteğiyle “Tarım Reformu” sürecinin başlatıldığı dönemde, tarım kesiminden finans kesimine çok önemli bir kaynak aktarımı yapılmıştır. Oysa Türkiye’de bu sürecin başladığı dönemde, yani 1999 yılında AB bütçesinden Ortak Tarım Politikalarını yürütmek amacıyla oluşturulan FEOGA Garanti Fonuna destek amaçlı yapılan harcama 40.4 milyar Euro olmuştur. Bu arada, AB, aynı dönemde Orta ve Doğu Avrupa’da yer alan yeni üye adaylarının desteklenmesi amacıyla, bu ülkelerdeki tarım işletmelerinin modernizasyonu için “Tarımsal ve Kırsal Kalkınma Alanında Özel Katılım Programı” (SAPARD) adlı bir program oluşturmuş ve program kapsamında 2000-2006 yılları arasında yeni üye olan ülkelere 520 milyon EURO’luk bir ek destek sağlamayı kararlaştırmıştır. FEOGA Garanti Fonu 2004 yılında 40 milyar Euro’nun üzerindeki pay ile AB bütçesinin en büyük kalemini oluşturmaktadır. Bu rakam AB ortak bütçesinin yaklaşık yüzde 40’ıdır.
AB Bütçesi değişik gelir kalemlerinden oluşmaktadır. Bunların en önemlileri Katma Değer Kaynaklı Gelirler (yüzde 37), GSMH temeline dayalı katkı (yüzde 48) ve gümrük gelirleri üzerinden yapılan katkıdır (yüzde 12.5). AB bünyesinde, Ajanda 2000 adı altında hazırlanan bir paket bütçe harcamalarında 7 yıllık bir dönemi içeren bir malî çerçeve çizmiştir. Buna çerçeveye göre, 2002 yılında 43.9 milyar Euro olan Ortak Tarım Politikası harcamaları, 2006 yılında 41.7 milyar Euro olacaktır. Buna kırsal kalkınma fonları da eklendiğinde, önemli bir kaynak azalması olmadığı görülmektedir. FEOGA fonlarına ülkelerin katkıları ve bu bütçeden aldıkları pay üye ülkeler arasında öteden beri bir çelişki kaynağıdır.
Meselâ, Birlik bütçesine en büyük katkıyı yapan Almanya, OTP çerçevesinde bütçeye yaptığı katkının yalnızca yüzde 47’sini geri alabilmektedir. İkinci büyük katkıyı yapan Fransa’da bu dönüş oranı yüzde 84’tür. Ürün bazında yapılan aktarmalar da hesaba katılırsa, bu oran yüzde 129’a çıkmaktadır. Fransa, tek başına toplam FEOGA bütçesinin yaklaşık yüzde 30’unu harcamaktadır. Avrupa’nın en güçlü çiftçi örgütlenmesine sahip olan Fransa’da Ziraat Odaları, tarımsal desteklerin indirilmesine yönelik her girişime şiddetli bir karşı tepki vermekte ve bu tür girişimleri engellemektedirler.”
Ziraatçiler Derneği’nin “AB Sürecinde Türkiye Tarımı Raporu”ndan aktardığımız bu bilgiler ışığında tekrar Türkiye-AB ilişkilerine baktığımızda Fransa ve Almanya’nın Türkiye’nin üyeliği karşısındaki dirençlerinin sebebi daha iyi anlaşılıyor.
Aynı raporu takip edelim: “Yunanistan açısından bakıldığında ise bu ülkenin bütçeden harcama oranının yaptığı katkıya oranı yüzde 418’dir. Başka bir deyişle Yunanistan, verdiğinin 4 katından fazlasını almaktadır. İrlanda, Portekiz, İspanya gibi ülkeler açısından da bu oran yüzde 100’ün üzerindedir.
Bu tabloya bakıldığında şu gerçek açıkça görülmektedir: Türkiye gibi masraflı bir yeni adayın ortaya çıkması, bu fonlardan büyük paylar alan Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda gibi ülkelerin işine gelmeyecektir. Topluluğa yeni katılan Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri açısından da bu azalan kaynaklara yeni bir ortak gelmesi anlamını taşımaktadır. Almanya ve Fransa gibi büyük katkı yapan ülkeler açısından ise, Türkiye’nin devreye girmesi bütçeye yapılan katkının artmasına yol açacaktır. Birliğin tarım sektörünü en fazla destekleyen ülkelerinden biri olan Fransa, yaptığı katkının önemli bir bölümünü FEOGA fonlarından geri almaktayken, Türkiye’nin devreye girmesi ile geri dönüş oranı önemli ölçüde düşecektir.”
Buraya kadar aktardığımız bilgiler ışığında 2007 yılında Fransa Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Nicolas Sarkozy’nin Türkiye’ye muhalefetini anlamak daha da kolaylaşıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınması taraftarı olmadığını açıkça ifade eden Sarkozy’nin bu tutumunun başka sebepleri de olmakla birlikte en baştaki sebeplerden birisi ülkesinin tarımsal menfaatlerini korumak olarak yorumlanabilir.
İngiltere ve diğer bazı Kuzey ülkeleri ise tarım kesimine aktarılan kaynakların kesilmesinden yana tavır koymaktadırlar.
Bu gerçeklere baktığımızda, şu önemli tesbiti yapabiliyoruz: “Türkiye’nin üyeliğine karşı AB içinde gelişen hareket, yalnızca siyasî kriterler ya da kültürel, dinî, etnik ön yargılardan kaynaklanmamaktadır. Türkiye, AB’nin giderek kıtlaşan kaynakları açısından bir ‘tehdit unsuru’ olarak görülmektedir. Ancak bu açıkça söylenemediğinden, karşıtlık, başka alanlarda dile getirilmektedir.”
AB’YE GEÇİŞ SÜRECİNDE
TÜRKİYE DESTEKLENMELİ
Derneğin “AB Sürecinde Türkiye Tarımı Raporu” şu önemli tesbitte bulunuyor: “Geçiş sürecinde Türkiye’ye destek verilmezse, AB üyeliği hayal.”
Raporu izlemeye devam edersek: “Türkiye açısından da, uyum sürecinin sağlanabilmesi için Doğrudan Gelir Desteği olarak 8 milyar Euro, Pazar tedbirleri için 1 milyar euro aktarılması gerektiği, ayrıca, kırsal kalkınma tedbirleri için de 2.3 milyar Euro’ya ihtiyaç olduğu belirtilmektedir. Toplam desteğin 11.3 milyar Euro civarında olması gerektiği vurgulanmaktadır. Burada bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Geçmişte aday ülkelere uyum süreci için sağlanan fonlar Türkiye’ye gerekli olduğu belirtilen miktarın çok üzerindedir. Üstelik, bu ülkelerin nüfusu Türkiye’den çok daha az ve tarımsal yapıları AB’ye daha kolay uyum sağlayabilecek durumdaydı. Meselâ, Yunanistan beş yıllık (1976-1981) AB’ye uyum sürecinde Topluluk’tan toplam 90 milyar Euro tutarında yardım almıştı. (Bunun 50 milyar dolarlık bölümü tarım yardımlarıydı.) Aynı dönemde, Portekiz’in aldığı yardım 85 milyar Euro, nüfusu daha kalabalık olan İspanya’nın aldığı yardım ise 200 milyar Euro’yu buluyordu.”
TÜRKİYE’YE GELİNCE CİMRİ DAVRANILIYOR
Türkiye’nin sadece tarım alanında AB’ye uyumu için 11.3 milyar Euro gerektiği bizzat AB yetkilileri tarafından belirtilirken, Türkiye’ye 10 yıllık müzakere sürecinde yapılması öngörülen toplam yardım, 5.5 milyar Euro olarak belirlenmiş durumda. Oysa, son genişleme sürecinde üye olan Polonya, tarımsal yapısı Türkiye’den çok daha kolay uyarlanabilir olduğu halde beş yıllık müzakere sürecinde 15.3 milyar Euro yardım aldı.
Raporun bu paragrafında belirtildiği gibi, bizzat AB’nin kendi yetkilileri salt tarımsal yapının uyumu için 11.3 milyar Euro gerektiğini vurgularken (ki bu rakamın, diğer aday ülkelere verilen yardım göz önüne alındığında ne kadar yetersiz olduğunu rakamlar gösteriyor) Türkiye’ye müzakere sürecini içeren 10 yıllık süre boyunca verilmesi öngörülen toplam yardım 5.5 milyar Euro olarak belirlenmiştir.
GÜMRÜK BİRLİĞİ KOZUNU
ERKEN Mİ TESLİM ETTİK?
AB konusunda fikir yürüten düşünürlerin ortak kanaati Türkiye’nin diğer üye adaylarından önemli bir farkı da Gümrük Birliği’ne, Topluluğa üye olmadan girmiş bulunmasıdır. Bu sebeple, Birlik açısından bakıldığında, Türkiye’den elde edilebilecek avantajlar zaten sağlanmış durumdadır.
Türkiye’nin tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne girmiş olmasından ötürü zarar ettiği ileri sürülmektedir. (Burada Türkiye’nin bazı sebeplerle Gümrük Birliği’nin kendisine avantaj sağlayan maddelerini işletmediğini de kaydedelim.)
2004 yılı itibariyle Türkiye, AB’nin en fazla mal sattığı altıncı ülke konumundadır. 2004 yılının ilk dokuz ayı itibariyle, Türkiye, (Gümrük Birliği’nin de etkisiyle) AB ile olan ticaretinde 10.2 milyar Euro açık vermiştir. Başka bir deyişle, Türkiye, AB’den 10 yıllık müzakere sürecinde alacağı yardımdan daha fazlasını dokuz aylık bir süre içinde AB’ye ticaret açığı olarak ödemiştir.
Türkiye, şu anda, AB’nin dış ticaret yoluyla en fazla kazanç elde ettiği üçüncü ülke konumundadır (ABD ve Çin’in ardından). Türkiye, tarımsal ürün ticaretinin önemli bir bölümünü Avrupa ülkeleri ile yapmaktadır. (Tarım ürünleri ihracatının yüzde 50’si, ithalatın yüzde 40’ı ). Gerçi tarım ürünleri şu an itibariyle Gümrük Birliği kapsamında değildir, ancak bazı ürünlerde karşılıklı gümrük vergisi muafiyetine ya da vergi indirimine dayanan tavizler söz konusudur.
TÜRKİYE, İKİNCİ SINIF BİR
ÜYELİĞİ KABUL ETMEMELİ
Raporun buradaki tesbitlerinden de anlaşılacağı gibi, AB, mevcut durumda, Türkiye’den “vermeden almaktadır”. Müzakere sürecine ilişkin tartışmalar, AB’nin bu avantajlı pozisyonunu kaybetmek istemediğini ve Türkiye’yi, tam üye olarak içine almadan ikinci sınıf bir ticarî ortak olarak kendine bağlamaya çalıştığını ortaya koymaktadır.
Türkiye tarımına ipotek konulduğu görüşü dile getirilen raporda yapılan önemli tesbitler ise şu şekilde: “Türkiye’nin, tarım alanına acilen ve büyük miktarda kaynak aktarması gerekirken, uygulanan bu politikalarla tarım politikası ipotek altına alınmıştır. Nitekim, ‘2006-2010 Tarım Stratejisi’, geçmiş yıllarda uygulanan ‘tarım sektöründen diğer sektörlere kaynak aktarma politikası’nın sürdürüleceğini göstermektedir. AB içindeki çelişkiler, Türkiye konusunda AB’nin takındığı tutumun daha da şiddetleneceğini göstermektedir.”
ESAS DERT TARIM, DİĞERLERİ BAHANE
Raporun son bölümünde şu ifadelere yer veriliyor: “Türkiye, şu gerçeğin artık farkına varmalıdır: Türkiye’nin üyeliğine karşı cereyan yalnızca kültürel ve toplumsal önyargılar ya da Kıbrıs, Ermeni sorunu, Ege sorunu gibi siyasal sorunlardan ibaret değildir. AB içindeki Türkiye’ye karşı toplumsal muhalefeti körükleyen en önemli unsurlardan biri tarım sorunudur. Ancak bu sorunu gündeme getirmek AB ülkelerinin işine gelmemektedir. Türkiye Ziraatçılar Derneği olarak, bu gerçeği sürekli vurguluyoruz ve gelişmeler bu tesbitin doğruluğunu her geçen gün ortaya koyuyor. Artık kamuoyu da bu gerçeğin farkına varmalıdır.”
Devam edecek
|