Ailenin tehdit altında olduğu bir vak’a. Ama bu tesbiti sadece bir ‘slogan’ olarak değerlendirmekle bir yere varamayız. Aileyi tehdit eden sebepleri bilmek, araştırmak ve çare bulmak durumundayız.
Gerek boşanma sayısında artış ve gerekse ‘sokak çocukları’ gibi konular tehlikeyi görmemize yeter. Ancak bunların da bir netice olduğu unutulmamalı. “Aman boşanmayın, aman çocuklarınıza sahip çıkın” demek tek başına çare olmuyor. Zaten olsaydı, hem boşanmalar hem de aile içi tartışmalar çoğalmazdı...
Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, ailede yaşanan tehlikeyi teşhis edip sıkıntıyı dile getirmiş. Hızlı şehirleşme ve iç göç gibi sebeplerin Türkiye’de de aileyi bir dağılma ve parçalanma sürecine soktuğunu belirten Çubukçu, ‘’Bu süreçte, çocukların ve gençlerin hayata hazırlanmasında, özürlü ve bağımlı nüfusun bakımı ve rehabilitasyonunda, suç ve kötü alışkanlıklarla mücadelede aile kurumu üzerinde hassasiyetle eğilmemiz gereken bir kurum haline gelmiştir’’ demiş.
12-17 Mayıs Aile Haftası dolayısıyla yayımladığı mesajda, ailenin toplumdaki kültürel kimliğin, insânî değerlerin ve tarihî sürekliliğin koruyucusu ve aktarıcısı olan evrensel bir kurum olduğunu da vurgulayan Çubukçu, ‘’Aile kurumu, günümüz toplumlarında işlevlerinden bazılarını diğer kurumlara devretmesine karşılık, başka bir şekilde yerine getirilmesi mümkün olmayan temel işlevleri nedeniyle varlığını ve önemini sürdürmektedir’’ şeklinde konuşmuş.
“Yetkili bir isim” olarak konuşan Bakan Çubukçu’nun tesbitleri elbette doğru. Fakat bu tesbitleri ifade etmek, aileyi korumak ve muhafaza etmek için yeterli olur mu? İşte bu noktada tereddütler sözkonusu.
Elbette, “hızlı kentleşme ve iç göç” gibi sebepler aileyi bir dağılma ve parçalanma sürecine sokmuştur, ama tek ve en büyük sebep bu mudur? Asıl tehlikenin farkına varamadıktan sonra, aileyi koruma çalışmalarından da netice almak zorlaşır. Aileyi tahrip eden, fakat görmediğimiz, belki de unuttuğumuz en büyük tehlike; mevcut televizyon yayınlarıdır. İzleyenlerden duyduğumuza göre, ‘ailece’ izlenebilecek televizyon programları bir elin parmaklarından daha azdır. Sürekli ‘kötü’ örnekleri televizyonlara çıkaran, ailedeki huzuru değil de ‘kavga’yı konu eden programlarla bir yere varmak mümkün müdür? İki kişinin kendi arasında bile yapmaktan sıkılacağı konuşmaları, TV ekranlarına taşıyan ve adına da ‘kadın programları’ denen uygulama hakkında bir şeyler yapmak gerekmez mi?
Tabiî ki suçlu tek başına televizyonlar da değil. Bu belânın en büyük yardımcısı, müstehcen yayın yapan gazete, dergi ve internet siteleridir. Bunları da görüp, çare ve teşhisi ona göre yapmakta fayda var. Bu yönüyle bakıldığında, müstehcen yayınlar ile zararlı tv programları aileyi kökünden tahrip etmektedir. Göç ve benzeri sebeplerin verdiği zararlardan daha büyük zarar veren bu ‘aldatıcı programlar’a karşı halkı ikaz etmek gerekmez mi?
Aileyi tahrip eden sebepler sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın da problemidir. Bu bakımdan hem dünyada hem de Türkiye’de aileyi korumak isteyenler en önce ‘müstehcenliğe’ karşı çıkmalı, onun zararlarını en aza indirmenin yollarını aramalıdır. Bu da sadece ‘yasak’lamakla değil, aile fertlerini bilgilendirerek ve eğiterek yapılabilir.
Evet, aileyi koruyalım; ama önce ‘sorumlu’yu iyi teşhis edelim...
13.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|