Adamın biri, çizmeli bir asker resmi yapmış, arkadaşına göstermiş. O da çizmelerinden başlayarak tenkit etmeye başlamış: “Çizmelerin tepeleri sivri, topukları yamuk, ağızları ise geniş oldu” demiş. Acemi ressam dayanamamış:
“Sakın çizmeyi aşma!” demiş.
İster yönetici, ister yönetilen olalım; acaba ne kadar şeffafız ve eleştirilere ne kadar açığız? Kendimize yapılan tenkitleri hazmedebilme maharetini gösterdiğimiz takdirde, eksiklerimizi tamamlar, hatâlarımızı telâfi eder, olgunlaşırız. İnsaflı eleştirilere kulak verirsek, gerçeği buluruz. Eleştirende de gerçeği bulma ve ifâde etme aşkı olmalıdır. Eğer eleştiriyi insaf işletirse, gerçeği parlatır.1 Gurura dayanan tenkit ise, müthiş bir hastalık ve musîbettir.2 Hem hakikati incitir, hem de gayret ve şevki kırar.
Kendimize yapılan tenkitleri hazmedebilme maharetini gösterdiğimiz takdirde, eksiklerimizi tamamlar, hatâlarımızı telâfi eder, olgunlaşabiliriz. Zaten, eleştirilerimizin hedefi geçmiş değil; gelecektir. Eleştiri, aynı zamanda oto-kontrolü sağlar. Ancak, tenkit, sathî bir nazarla yapılmamalıdır. Mü’minlerin, ilim adamlarının lüzumsuz şeylerde birbirini tenkit etmeleri gayet zararlıdır. İlim ve fikir ehli, mal satın alan bir müşteri gibi yalnız kusurları göremez.3 Meseleye çok yönlü bakarak, önce iyi ve güzel taraflar dikkate sunulur. Kıskançlık, ele geçirememe, aşağılık kompleksinden kaynaklanan tenkidin zararları zahirdir.
Hz. Ömer de, (ra) devlet başkanı seçildiğinde yaptığı konuşmada, “Size açık söylüyorum. Sizden kim bir haksızlığa uğrarsa veya benden hoşlanmadığı bir tutum ve davranış görürse bana haber versin. Çünkü ben de sizin gibi bir insanım. Siz söylemezseniz ben bunları bilemem”4 diyordu.
Ve, “Eğer içinizden biriyle benim ihtilâflı bir meselem olursa istediğiniz birinin önünde onunla muhakeme edilmekten kaçınmayacağım. Eğer benden bir şikâyeti olanınız varsa, hâkim huzûruna çıkmaya hazırım”5 güvencesini vermişti.
Yine birgün hutbe irâd ederken vatandaşın biri topluluğun huzurunda itiraz eder:
“Ben, seni dinlemiyorum ya Ömer!”
“Neden?”
“Hepimize Beytülmal’dan ganimet bir parça kumaş düşmüştü; ben gömlek diktiremedim. Görüyorum ki, senin sırtında elbise var. Bu nereden geliyor?”
Devlet reisinin çehresinde kızgınlığın hiçbir alâmeti yok. Mütebessim bir çehre ile oğluna seslenir:
“Kalk, cevap ver ey Abdullah!” diye seslenince, “Payıma düşen kumaş parçasını babama verdim. O da bir gömlek diktirdi” der.
Sahabî, “Şimdi konuş, dinleyeceğim ya Emirelmü’minîn!” der.
Ömer bin Abdülaziz, halîfe olunca, Halka ilk hitâbesinde “...Hiç kimse bana körü körüne itaat etmeyecek. Allah’ın şeriatına uymayan emirlere de itaat yok. Ben sizin en hayırlınız değilim, sadece sizden biriyim...”6 diye seslenir.
Günümüz demokrasilerindeki gizliliğe ve 15 asır önceki şeffaflığa bakınız!..
Dipnotlar:
1- Hutbe-i Şâmiye, s. 147; 2- Hutbe-i Şâmiye, s. 147; 3- Muhakemât, s. 105.; 4- Hayatü’s-Sahâbe, c. 3, s. 329.; 5- Age, c. 3, s. 324; c. 2, s. 20; Hilye, c. 1, s. 54; 6- İbni Sa’d, Tabakatü’l-Kübrâ: 5334, (Prof. Dr. İbrahim Canan, İslâmda Çevre Sağlığı, s. 133)
13.05.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|