Milliyetçilik, hele hele etnik ırkçılık, kafatasçılık kurtarır mı? Hz. Nuh’un (as) oğlu, peygamber olan babasına itaat etmedi. Tufan’dan kurtulacağını iddiâ etti ve boğulup gitti. Hz. Peygamberimizi çok seven ve koruyan (asm) amcası Ebû Talib iman etmedi, diğeri Ebu Leheb Kur’ân’da lânetlendi… Keza, kâinatın yaratılmasının müsebbibi Hz. Muhammed (asm), kızı Fatıma’ya (ra) “Kızım, baban Peygamber diye güvenme, ibadetlerini yap!” meâlinde nasihatte bulunur.
Demek ki, peygamberoğlu olmak, kızı olmak, amcası, akrabası olmak kurtuluş vesilesi değildir! Nerede kaldı ki, Türkoğlu, Kürdoğlu kurtulsun!
Milliyetçilik, ırkçılık, yani üstünlük duygusu, boş zalimce bir övgüdür. Zira, etnik âidiyet, insanın kabiliyet ve çabasıyla elde ettiği bir özellik değildir. Milliyetçilikte sadece gençliğe yönelik, hissî, büyüleyici ve geçici bir güç bulunur. Oysa, insanlık, sadece gençlerden ibâret değil. Toplumun büyük bir bölümünü teşkil eden çocuklar, ihtiyarlar, hastalar, sırf âhiretini düşünen dindarlar; problem, ıztırap, sıkıntı ve ölümler karşısında milliyetçilikten nasıl bir tesellî bulacak?
“Milletin selâmeti için her şey fedâ edilir” şeklindeki zâlimce prensip ırkçılığın yadigârıdır. “Devletin bekàsı için de her şey, hatta halkın hakları da fedâ edilir” prensibi de böyledir.
Irkçılık “ene” ağacının acı meyvesidir.
Sosyal hayatın ihtiyacından doğan müsbet milliyete gelince, onun ruhunu İslâm, aklını ise Kur’ân ve îman teşkil eder. Din, milliyetin hayatı ve ruhudur. Müsbet milliyet yardımlaşma ve dayanışmaya, adâlet ve insanlığa sebeptir. Bu milliyet, Resûlullahın (asm) lisanında, “Sizin en hayırlınız, sınırı aşıp günaha girmemek şartıyla milletini, aşiretini müdafaa edenlerinizdir” şeklinde ifadesini bulmuştur.
Bu milliyet, İslâmiyete hizmetkâr ve kale olur. Onun yerine geçmez.
“Hakikî unsuriyete değil, belki dil, din, vatan münasebâtına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dahildir.” (Mektubat, s. 314) Irkçılık hiçbir zaman din bağının yerini tutamaz.
Eğer, eğitim sistemimiz, hayat görüşümüz bu düşünceler istikametinde teşekkül ettirilebilseydi, şüphesiz ki, bugün ne PKK problemi, ne terör, ne başka bir sıkıntı yaşardık. Eğer yıllardır, Hulagu ve Cengiz’e sahip çıkılmasa, yerine müsbet milliyet, din kardeşliği yerleştirilebilseydi, bugün ırkçılık problemiyle mücadele etmek zorunda kalmazdık. Çünkü din kardeşliği, ırkçılığa mânidir.
Doğrudan doğruya Peygamberimizin (asm) sohbetine iştirak eden, nuruyla boyanma şerefine nâil olan ve ondan din kardeşliği dersleri alan sahâbîlerin hayatından konuyla ilgili birkaç kesit aktaralım:
Hz. Ebû Zer anlatıyor:
“Birgün Bilâl-i Habeşî ile tartıştık. Ona, ‘Senin aklın buna ermez, ey siyah kadının oğlu’ dedim. Çok üzülmüştü. Resûlullah’a şikâyet etmiş. “Resûlullah (asm), ‘Renginin siyahlığından dolayı, Bilâl’i ayıplayarak böyle böyle demişsin, doğru mu?’ dedi.
“Ben cevap veremiyordum, utancımdan hep yere bakıyordum. Resûlullah devamla buyurdu ki:
“Demek sende, İslâmiyetten evvelki cehâlet günlerinden kalma değer ölçüleri ve âdetleri var. Halbuki İslâm, insanları renkleri, şöhretleri ve servetleri ile değerlendiren o bâtıl itikad ve âdetleri kaldırıp parçaladıktan sonra yerine, ‘en şerefli insan, en büyük ve en muhterem insan, Allah’tan en çok korkan insandır’ hükmünü koydu. Riyasız, ihlâslı bir Müslüman olduktan sonra renginin siyahlığından dolayı bir mü’min ayıplanabilir mi?”
Ebû Zer Hazretleri ne yaptı dersiniz? Sadece bu utancıyla mı baş başa kaldı? Hayır.
Başını Bilâl-i Habeşî’nin evinin eşiğine koyarak, “Bilâl’in mübarek ayakları bu kaba ve anlayışsız Ebû Zer’in yüzüne basarak buradan geçmedikçe, bu eşikten başımı kaldırmam” demişti. Bilâl (ra), “Bu yüzler basılmaya değil, öpülmeye lâyık” deyip hakkını helâl ettikten sonra, başını eşikten kaldırıp kucaklıyor Ebû Zer’i (ra).
Avrupa Konseyi bünyesinde kurulan Irkçılıkla Mücadele Komisyonu Başkanı Frank Orton, “Avrupa’da giderek artan ırkçılığın sebeplerinden birisi de İslâm dini hakkındaki eksik bilgidir” demiş.
Batıyı geçiniz, eğer İslâmiyet, Türkiye’de gereği gibi bilinse, öğrenilse ve tatbik edilseydi, bugün ne ırkçılığa dayalı terör, ne de başka bir hastalık ortaya çıkardı. Müslümanlara düşen görev, İslâmın güzelliklerini, fiil ve hareketleriyle izhar edip göstermektir.
Ve AB’ye giriş, bir “tebliğ çıkarması”na çevrilebilir.
27.04.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|