Mü’min, hayatı boyunca rıza-ı İlâhînin etrafında dönüp durur. Gökte melekler Beyt-i Mamur’un etrafında döndükleri gibi hac ve umreci mü’minler de Kâbe etrafında dönerler. Evet, bu dönüş, yani tavaf, İlâhî aşkın bir ifadesidir. Zerreden kürelere kadar bütün kâinatın katıldığı İlâhî koroya “Lebbeyk= Emrine âmâdeyim” sadalarıyla ayak uydurmaktan ibarettir.
Kâbe, Tevhidi sembolize eder, tavaf da bir olan Allah’a teslimiyetin, mukadderâta boyun bükmenin yansımasıdır. Allah’ın evinde O'nun has bir misafiri olmanın sevinç ve heyecanının bir ifadesidir.
Dönmek ezelî ve ebedî Sevgiliye olan bağlılığın, teslimiyetin zevk ve şevkiyle hareket etmek demektir. Yüzünü Kâbe’ye çeviren mü’min, gönlünü de her şeyden koparıp Allah’a, O'nun rızasına yöneltir. Kulun Allah’a en yakın olduğu anlardan biridir o anlar. O'nun için olabildiğince duâ ve istiğfar eder.
Umre yapan kişi, tavaftan sonra sa’ye girer. Safa’dan başlayıp Merve’de biten dört gidiş ve üç gelişten ibaret olan sa’y bize fedâkâr anne Hz. Hacer’in evlâdı için üstlendiği çabayı da hatırlatır. O, susuzluktan kavrulan yavrusu için bu iki tepe arasında yedi defa koşmuş, Cenâb-ı Hak da onları hamisiz, kimsesiz bırakmamış, bu şefkate mükâfat olarak zemzemi ihsan etmiştir. Mü’min de bu koşma ve yürüyüşüyle Allah’ın rahmetini arama gayreti içerisindedir.
Bu gayret yedi sa’yin sonunda rahmete, mükâfata ermeyi netice verir. Artık umre bitmiş, şükür olarak saçtan bir parça kesilmiş, bunu yaparken kul, her şeyini Allah için fedâ edebileceğini göstermiştir. Artık doyasıya zemzem içebilir.
O anda Hz. İbrahim’n duâsını da hatırlar umreci. Oğlu İsmail’i, hanımı Hecer’le o zaman için o ıssız yerlere bırakıp giderken, hanımı Hacer’in, “Ey İbrahim, bizi bu ıssız yerde kime bırakıp gidiyorsun?” şeklinde birkaç defa tekrarlanan sorusuna cevap vermez. “Sonunda bunu sana Allah mı emretti?” diye sorunca, “Evet, Allah emretti” diye karşılık verir. Hanımı Hacer de, “Öyleyse gidebilirsin ey İbrahim, Allah bizi yalnız bırakmaz” der. Bu teslimiyet çok geçmeden onları zemzemle mükâfatlandıracaktır. Hz. İbrahim’in de ayrılırken Seniyye tepesinde şu duâyı yaptığını biliyoruz: “Ey Rabbimiz! Âilemden bir kısmını, Senin hürmetli Beytinin yanında, ekinsiz bir vadide yerleştirdim—namazlarını Beytinin huzurunda dos doğru kılsınlar diye, ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mü’min olanların gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler.”1
Bugün her hacı adayı, her umreci yüz binlerin, milyonların akın akın geldiği, aşk ve şevkle tavaf yapıp sa’yettiği, bereketle dolup taşan o mübarek beldede bu duânın kabulünün yansımalarını görür.
Demek ihlâs, samimiyet, teslimiyet ne kadar büyük nimetlere gark ediyor insanı. Bu sırrı daha yakından hisseder mü’min orada. Allah’a daha fazla yönelme, mânen yaklaşma gayreti içerisine girer ve Allah’ın özel bir misafiri olmasının sevinç, heyecan, zevk ve şevkini yaşar.
Dipnotlar:
1- İbrahim Sûresi: 37.
13.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|