Bir Anneler Gününü daha geride bırakmış durumdayız. Her özel günü kendine lâyık şekilde anıp, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi hayatımızı yaşamaya çalıştığımızdan olsa gerek. Özel günler bize pek de sıkıcı gelmez.
Annesiyle arası bozulan bayanın, “Anneler Gününe az kaldı. O gün bir hediye alır, alırım gönlünü” derkenki umarsızlığı, kolundan tutup “Ya o güne kadar yaşayamazsa” demek için yolundan çeviriyor beni.
Ancak yüzüne bakınca, alacağım cevaptan ötürü çekinip, tekrar yoluna devam ederkenki canımın acısı ise ayrı bir yazı konusu.
Hayatımızda en çok kıymet bilmemiz gereken kişiler onlar iken; en çok hırpaladığımız, en çok incittiğimiz, en çok üzdüğümüz kişiler ise yine onlar.
Başkalarına gösterdiğimiz inceliği, kibarlığı, hassasiyeti en yakınlarımızdan neden esirgeriz? Bir türlü cevabını bulamadığım ve sürekli kendime sorduğum bir soru bu. Ancak bırakın cevaplamayı anlamakta bile zorlanıyorum.
“Anneme yaptıklarımın onda birini bir dostuma yapsam, şimdi beni terk etmişti” cümleleriyle yapılan bir itiraf bu konuyu biraz daha açıklığa kavuşturuyor.
Sanırım bize karşılıksız verdikleri şefkatten ötürü, emin olduğumuz bu sevgiden dolayı, incitip, kırmaktan, uzak durup, hatırlamamaktan çekinmiyoruz.
Annelerimizin sevgisinden ötürü hiç korkuya kapılmamışız. “Bu sevgiyi kaybedebilirim.” türünden bir endişemiz olmamış. Bu hoyratlığımız, başımızdaki kavak yelleri bundan olsa gerek.
Yoksa, “Geri döndüğümüzde bir daha affedilmeyeceğiz, bin defa yalvarsak da geri döndüremeyiz. Günlerce aramasam, bir daha telefonumuza cevap vermeyecek” türünden korkularımız olsaydı; eminim tavrımız, davranışımız ve halimiz o kadar farklı olurdu ki biz bile şaşar kalırdık.
Neden her şeyde olduğu gibi bu sevgiyi de kaybedince, ellerimizden yitip gidince kıymetini anlıyoruz?
Ve neden her şey kaybedilince kıymeti olur? Ardından gözyaşı dökülüp, defalarca duâlarda istenir. Geri dönüşü olmayan kaybedişlerin yaşama ihtimali “an” kadar yakınken, neden bu kadar rahat yaşar ve sonra kendimizi paralarız? Soruldukça içimizi parçalayan, buna benzer birçok soru gelip gider sessizce hayatımızdan.
Kendimize bu kadar zulmü, kendi ellerimizle yapmak akıl kârımı?
Annesinin mezarının başında “Anam kıymetini bilemedim. Anam hastalığına gelemedim. Anam aradın ama cevap veremedim. Anam affet beni” diye kendini paralayan, yıllarca içindeki pişmanlığı atamayan, küçük bir tınıda dahi gözleri nemlenen evlâda içimden acımak gelmiyor.
Gözleri kapılarda kalan, sürekli acaba “Kızım mı geldi?” diyerek gözleri o yöne dönen yaşlı annenin bu evlâdına kim acır ki?
Zira hepimizin bildiği tek hakikat. Her an gözümüzün önünde ki vefiyatlar haber verirken daha neyi bekliyoruz ki kıymet bilmek için.
***
Annesinden ayrılana kadar çokta kıymet bilmemiş ben. Şimdilerde sesini duymadan bir tek gün geçiremeyen yine ben. Her gün yanımda, gözlerimin önünde iken bu anların ne kadar kıymetli olduğunu fark edemeyen ben. Annemle aynı dünyada yaşamama ihtimalini, hayaline bile getiremeyen yine ben. Ömründen ömür istense, hiç düşünmeden verecek olan ben. Ama onu üzen yine ben.
Ancak ahir zamanda, menfaatsiz işlerin olmadığı, kimsenin kimseyi bir karşılık beklemeden sevmediği bu dünyada. Hiç düşünmeden canını verecek, ikinci bir kişinin olmadığı bir zamanda annemi bana lütfettiği için. Hâlâ onunla aynı zamanda yaşadığım için "Sen sevdiğim ilk kadınsın” dememe fırsat verdiği için Rabbime ne kadar şükretsem azdır.
Annem; senin kızın olduğum için, nefesim adedince, ömrümün saniyeleri kadar şükretsem yine az.
Annem; üç yüz altmış beş günlük Anneler Günün mübarek olsun.
14.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|