Dün, "toplumdaki cinnet halleri"nin mânevî buhranla alâkalı yönüne değinmiştik. Bugün ise, meselenin maddî sebeplerini nazara vermeye çalışalım.
Uzun zamandır ekonomik gidişat ve göstergeler hakkında iç açıcı haberleri göremez, duyamaz olduk.
İcra, iflâs, kayıp, kaçış, kapanış, tükeniş, protesto ve karşılıksız çek haberlerinin ise, ardı arkası kesilmiyor.
Belediye ve devlet ihalesi alabilen imtiyazlı tabaka ile ithalat–ihracat ayrıcalığından yararlanmasını bilen becerikli şahıs ve şirketlerin dışında kalan vatandaş ekseriyetinin hali, cidden endişe verici bir seyir takip ediyor.
Bugün paraya para demeyen azınlık derecedeki ihale fırsatçıları ile ay sonunu getirebilme derdine düşmüş dar ve sabit gelir sahibi geniş vatandaş kesimi arasında, ne yazık ki tam bir uçurum hâsıl olmuş vaziyette.
Yatırım olmayınca, artan işsizlik derdine bir türlü çare bulunamıyor. Aynı sebepten, ekonomiye de bir türlü can gelmiyor, dinamizm sağlanamıyor. Sıcak paranın banka ve borsada dolaşıp durması, faizlere bulanıp nemâlanması, sadece yabancı şirketlerle üç–beş bin yerliyi memnun edebiliyor.
Bu paradan hasıl olan kâr ve gelir ise, ne yazık ki burada yatırıma dönüşmüyor, bir şekilde dış piyasalara akıp gidiyor.
İşte, kontrolsüz ve hesapsız şekilde piyasaları vuran tuhaf zam dalgalarının bir sebebi de budur: Ekonominin dönen dolaplarından yabancılar nemâlanıyor, azınlık bir kesim besleniyor; buna mukabil, vatandaş ekseriyeti çileli, zahmetli bir hayata tâlim ediyor.
Haliyle, bu da insanları sinirli olmaya, asabî davranmaya sevk ediyor.
Bu fecî vaziyetin neticesi ortada: Mânevî buhranın pençesinde zaten kıvranıp duran insanlarımızın, ikinci bir belâ olan maddî sıkıntılarla da pençeleşmek zorunda kalması, maalesef hemen her gün şahit olduğumuz vahim hadiseleri netice veriyor.
Demek ki, umumî huzur ve sükûn için de çift yönlü, çift kanatlı gitmek gerekiyor: Kudsî reçetelerle mânevî buhranın, sosyal ve iktisadî adâlet reçetesiyle de maddî buhranın önüne pekâlâ geçilebilir.
Tarihin yorumu 14 Mayıs 1950
Demokrasinin bayram ve matem günleri
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk "hür ve demokratik" mânâdaki genel seçimi yapıldı. Belli başlı üç partinin birbiriyle kıyasıya mücadele ettiği seçim sonucuna göre, toplam 472 milletvekilinin partilere dağılımı şu şekilde gerçekleşti:
Demokrat Parti: 396
C. Halk Partisi : 68
Millet Partisi : 1
Bağımsızlar : 7
Yapılan bu demokratik seçimlerin ardından, CHP'nin 27 yıldır süregelen tek parti sultası yıkıldı. 1946'da kurulan ve ilk kez bir "namuslu seçim" şansını yakalayan Demokrat Parti ise, tek başına iktidara geldi.
Celal Bayar'ın cumhurbaşkanlığı, Adnan Menderes'in de başbakanlık makamına gelmesiyle neticelenen 14 Mayıs seçimleri, Türkiye tarihinde "Beyaz ihtilâl" ve "Demokrasi bayramı" şeklinde yorumlandı.
Ne var ki, bu sevindirici bayram, on yıl sonra millete zehir edildi. Amentüsü kan, kin, vahşet olan bir cunta, milletin hür iradesiyle iktidara gelmiş olan Demokrat Partiyi 27 Mayıs 1960'ta devirdiler. Bunu yapmakla, sadece bir iktidar partisine değil, aynı zamanda ülkenin geleceğine ve umum milletin hukukuna da darbe vurmuş oldular.
Yapılan darbe ile, demokrasinin canına okundu. Ülke kalkınması sekteye uğradı. AB'ye üyelik sürecinin tıkanmasına sebebiyet verildi. Vatana, millete ve İslâm âlemine kötülüklerin en büyüğü yapılmış oldu.
İşte, hürriyet ve demokrasiye sahip çıkmanın en samimi ve inandırıcı yolu, evvelâ 1960'taki o kanlı darbeye karşı çıkmak ve nâhak yere devrilen demokrat iktidara sahip çıkmaktan geçer.
Aksi halde, bize revâ görülen herşeye razı olmak, önümüze konulan herşeyi benimsemek durumunda kalırız ki, o takdirde başımıza gelecek her türlü belâya, musibete müstehak oluruz.
Hâsılı, hürriyet ve demokrasiye yönelik darbenin, muhtıranın ve müdahalenin her türlüsüne karşı gelmek, aynı şekilde hukuku çiğnenmiş olanlara sahip çıkmak, bir "demokratik hukuk devleti" vatandaşı olmanın en öncelikli vazifelerinden biridir.
O halde, ben bir vatandaş olarak, bundan 48 sene evvel kanlı bir darbe ile devrilen bu milletin hakkını, hukukunu, hürriyetini, siyasetini, Demokratını aynen olduğu gibi geri istiyorum. Bundan asla tâviz vermiyor ve yapılan o zalimane tasarrufları da zerrece tanımadığımı âleme ilân etmek istiyorum. Aynı haykırışım, 12 Mart Muhtırası ile 12 Eylül İhtilâli için de geçerli.
14.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|