Asya-Nur Kültür Merkezinde altı aydır her Pazar devam eden seminerler dizisini iki konferansla taçlandırdık. Nisan ayının son Pazarı Halil Uslu’nun sunduğu konferansı, İslâm Yaşar’ın verdiği konferans takip etti.
18 Mayıs Pazar akşamı kültür merkezimizin geniş konferans salonu, oldukça kalabalık bir dinleyici kitlesi tarafından doldurulmuştu. Kapalı devre televizyon sistemiyle üst kattaki bayanlar camiası da konferansı izleme imkânı buldu. Yeni binanın biraz serin olan salonu, konferans konusunun sıcaklığı ile pek hissedilmedi.
İslâm Yaşar konusuna hâkimdi. Âyet, hadis ve Risâlelerden yaptığı alıntılarla konferansını zenginleştirmişti. Âile, zıtlıkların imtizaç ettiği en küçük bir topluluktu. Farklı cinsler, farklı yaşlar ve farklı bilgi ve tecrübeler aynı mekânda yaşıyordu. Âdetâ, bir sazın veya bir tamburun telleri gibiydi. Farklı sesler çıkaran teller, usta ellerin mızrap darbeleriyle nasıl âhenkli bir beste ortaya çıkarıyorsa, âile fertlerinin ortak ve uyumlu hareketleriyle de mânevî bir cennet saadeti o âilede yaşanabilirdi. Bu noktada İslâm’ın getirdiği inanç faktörü çok önemli bir yer tutuyordu. Hayatı sadece bu dünyadan ibâret gören ve ölüm ötesine inanmayan âileler, dinin telkin ettiği imandan nasipsiz oldukları için, hakikî sevgi, saygı, sadâkat ve itimattan mahrumiyet neticesi, âile ortamını mânevî bir cehenneme döndürmeleri söz konusuydu.
Sevgili Peygamberimiz (asm) âile yuvasının sıcaklığını temin edecek ölçüler vermişti. “Tatlı bir tebessüm, tatlı bir söz, iyilik etmek, kötülük etmemek âile saadetinin temel taşıdır” diyordu. Âilede, bilhassa annelere büyük iş düşüyordu. Çocuklar üzerinde annelerin bıraktığı izler ömür boyu unutulmuyordu. Yahya Kemal’i unutulmaz şâirlerin arasına katan sır, annesinin onu, Bursa’yı andıran Üsküp’teki târihî mekânları gezdirirken yaptığı mânevî telkinlerdi. Necip Fazıl’ı şâir yapan, yine hastanede ziyaret ettiği annesinin, yanında yatan veremli kızın yazdığı şiirlerden etkilenerek oğluna “Senin şâir olmanı ne kadar isterdim” sözleriydi. Bediüzzaman gibi büyük bir zatın yetişmesine yine annesi en başta vesile olmuştu. Çünkü o, Said’e hamile kaldığı zaman abdestsiz yere basmamış, doğduğu zaman da abdestsiz emzirmemişti. Babası da, boğazımızdan haram lokma girmesin diye, uzak tarlalardan getirdiği hayvanların ağzını bağlamıştı. Elbette, öyle bir anne ve babadan böyle bir evlât yetişmesi normaldi.
Babanın da âilede çok önemli bir yeri vardı. Eşi ve çocuklarına yeterli ilgiyi göstermeliydi. Yorgun argın eve gelen ve kendisini televizyonun karşısına atan veya gazetesine dalarak etrafına ilgisiz kalan bir baba çocuklarına örnek olamazdı. Bilhassa çocuklarıyla ilgilenmeli, inancı ve dînî yaşantısıyla rehber olmalıydı. Her bir Nur Talebesi, evini küçük bir Nur dershanesi yapmalıydı. Eğer yalnız oturuyorsa, dört beş alâkadar komşusuyla bir araya gelip, bulundukları mekânı bir medrese-i nuriyeye çevirmeliydiler.
Tarih boyunca, hâricî devletler, saldırılarıyla Müslüman devletleri yıkmışlarsa da, âileyi yıkamadıkları için onlar yeni devletler kurmaya muvaffak olmuşlardı. Tarihte, sırf Müslüman Türklerin kurduğu on altı devlet vardı. O devletlerin kurulmasında en sağlam temel âileydi. Âile yıkılırsa, yapacak bir şey kalmıyordu.
20. asır, hâricî ve dahilî şer mihraklarının çeşitli vesilelerle âile kurumunu tahrip etmesiyle geçti. Kendi âile düzenlerini bozdukları gibi, İslâm milletlerinin de kısmen ifsadına muvaffak oldular. Boşanma dâvâlarındaki artış ve Müslümanca yaşamaktaki dejenerasyon bunun en büyük delilidir. Cemaatler, kimliklerini oluşturan karakterleri bozulup dünyevîleştirilerek nasıl ifsat edilmek isteniyorsa; âile mahremiyetini ortadan kaldıran ve tahrip eden bozguncu hareketler hâlâ devam ediyor. Çâre ise, yeniden kendimize dönmek, âile kurumunu güçlendirmek ve İslâm’ın âile üzerindeki müsbet tesirinden istifade etmektir. Bilerek âile düzenini bozmaya uğraşan televizyon kanallarına ve boyalı basına itibar etmemektir.
Din ve âile bağını iyi kuran âilelerin evleri, kabirleri ve âhiretleri cennet olduğu gibi, Firdevs cennetinden Allah’ın İlâhî cemâlini de görmeye mazhar olurlar.
İslâm Yaşar’ın bir saati aşan bu konferansı, erkekler gibi bayanları da mest etmiş, “Keşke biraz daha uzun olsaydı” temennisine sebep olmuştu.
21.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|