Yaratılıştan maksat, yarattığı eserlere bakıp isim ve sıfatlarıyla Yaratıcıyı tanımak, O'na iman etmektir. İnsan, iman sayesinde kendini ve bütün kâinatın anlamını, değerini, misyonunu, fonksiyonunu anlama imkânı bulur.
İman potansiyel, harekete getirici, hızlandırıcı manevî bir güçtür. İman güçlü olduğu ölçüde insan aktif ve dinamik olur; ibadet, salih amel ve hayırlara koşar. Bütün güzelliklerin kaynağında iman vardır. İnsan imanda mesafe aldıkça insanlıkta da ilerler. İmanda terakkî etme büyük önem taşır. Sayısız fayda ve nurları bulunan, dünya ve ahiret saadetinin temel taşı olan imanın enfes meyvelerine başka nasıl ulaşılabilir? Öyleyse bir insan için en önemli mesele imanda terakkîyi sağlayan taklidî imanı tahkikî hâle getirmek ve onda mesafe almak olmalıdır. Bundan daha önemli bir mesele düşünülemez.
Risâle-i Nur’un iman üzerinde yoğunlaşması sebepsiz değildir. Sık sık imanda terakkî üzerinde durulur. Kâinattan Yaratıcısını soran seyyahın müşahede ve izlenimlerine yer verilen Âyetü’l-Kübra Risâlesi bu açıdan büyük bir anlam taşır. Kısaca bu risâleye bir göz atıldığında satırlar arasına serpiştirilmiş iman hakikatinin örnekleriyle arttırılıp genişletildiğini, imanda basamak basamak ilerlendiğini açıkça görürüz. İşte o seyyahın imandaki terakkisiyle ilgili bazı satırlar: “O mütefekkir yolcu her sayfayı okudukça saadet anahtarı olan imanı kuvvetlenip ve mânevî terakkiyatın miftahı olan imanı ziyadeleşip ve bütün kemâlâtın esası ve madeni olan iman-ı billâh hakikati bir derece daha inkişaf edip, manevî çok zevk ve lezzetleri verdikçe…” (Şuâlar, s. 104), “Sonra, seyahat-i fikriyede bulunan ve meraklı ve terakkî ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken…” (s. 108), “O mütefekkir yolcu, marifet-i İlâhiyenin hadsiz mertebelerinde ve nihayetsiz ezvakında ve envarında daha ileri gitmek için…” (s. 109), “Sonra imanın daha ziyade kuvvetlenmesinde ve inkişafında ve ilmelyakîn derecesinden aynelyakin mertebesine terakkisinde envarı ve ezvakı görmeye çok müştak olan mütefekkir yolcu…” (s. 111) “Kemâlât-ı insaniyenin en mühimmi ve en büyüğü, belki bilcümle kemâlât-ı insaniyenin menbaı ve esası iman-ı billâhtan ve marifetullahtan neşet eden muhabbetullah olduğunu bilen o dünya seyyahı…” (s. 112) “Bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı iman olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu…” (s. 123) “Sonra, bir fakir insana değil fanî ve muvakkat bir tarlayı, bir haneyi, belki koca kâinatı ve dünya kadar bir mülk-ü bakìyi kazandıran ve bir fanî adama, ebedî bir hayatın levazımâtını bulduran ve ecelin darağacını bekleyen bir biçareyi idam-ı ebedîden kurtaran ve saadet-i ebediyenin hazinesini açan en kıymettar sermaye-i insaniyenin iman olduğunu bilen mezkûr misafir ve hayat yolcusu…” (s. 129)
“Sonra dünyaya gelen ve dünyadan Yaratanını arayan ve on sekiz adet mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişen bir mi’râc-ı imanî ile gâibâne marifetten hâzırâne ve muhatabane bir makama terakkî eden meraklı ve müştak yolcu…” (s. 132)
Bütün bu satırlarda iman, imanda terakkînin önemi ve güzellikleri bir bir anlatılmıyor mu?
24.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|