Türk ordusu bir kere daha tarihî bir vazife karşısında bulunuyor. Bu vazife; dâhilde memleketi buhran ve felâkete sürüklemek isteyen hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır…”
27 Mayıs ihtilâlini yapanlar -daha sonraki ihtilâlleri yapanların sözleri de aşağı yukarı aynı cümlelerden oluşmuştur- bu ifadeleri kullanarak, köylüye insan olduğunu hissettiren, inanç özgürlüğünü sağlayan, iktidarının ilk icraatı olarak ezanı aslına çeviren, din dersini okullarda okutmaya başlayan, demokrasinin kurallarını oturtan, Türkiye’yi barajlara, yollara kavuşturup, kalkınma hamlesi başlatan Demokrat Parti iktidarına karşı askerî bir ihtilâl yapmıştı. Türkiye demokrasi tarihinde kara bir leke olarak hatırlanan ve darbeleri başlatan darbe olarak tarihe geçen 27 Mayıs kanlı ihtilâlinin 48. yıldönümündeyiz.
48 yıl boyunca Türk demokrasisi 12 Mart, 12 Eylül gibi askerî darbelerle karşılaştı. Sonraları ismi değişmesine rağmen siyasetin üzerinde hep askerin gölgesi hissettirildi. Kimi zaman cuntalar, kimi zaman süreçler, kimi zaman muhtıralar adıyla siyasetin üzerinde demoklesin kılıcı gibi hep bu korku sallandırıldı. Şimdilerde ise siyasetin üzerinde “Y-muhtıra” olarak isimlendirilen farklı bir müdahaleden söz ediliyor.
27 Mayıs’tan sonra Türkiye’de iktidarların seçimle gelip, seçimle gittiği sistem olan demokrasi tarihi olan 14 Mayıs düşüncesi ile 27 Mayıs ihtilâlinin düşüncesi arasındaki mücadele hep süregelmiştir.
PEKİ, 27 MAYIS'TA NELER OLMUŞTU?
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin “ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü” gerekçesi ile ordu içerisinde bir grup subay 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine el koymuş ve darbe Türkiye’de gerçekleşmiş ilk askerî müdahale olmuştu. 37 subaydan oluşan Millî Birlik Komitesi bu harekât ile anayasa ve TBMM’yi feshetmiş, siyasî faaliyetleri askıya almış, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Parti’liyi tutuklatmıştı. Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun dahi tutuklananlar arasındaydı. Genelkurmay başkanlığını yürüttüğü sırada askerlerin siyasete karışmasına ve askerî cuntalara karşı çıkması ile tanınan Erdelhun, Yassıada Mahkemesi’nde yargılanıp idama mahkûm edilmiş, bu hüküm daha sonra ömür boyu hapse çevrilmişti. Erdulhan daha sonra Cemal Gürsel tarafından serbest bırakılmıştı. 1960 ihtilâlini diğerlerinden ayıran özellik temelde budur. Yassıada Mahkemeleri’nde 14 DP’li idama mahkûm edilmiş, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan idam edilirken, diğer ölüm cezaları müebbet hapis cezasına çevrilmişti. Adnan Menderes’in 17 Eylül 1961, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ise İmralı adasında 16 Eylül 1961 günü idam edilmişlerdi. Bu yüzden 1960 ihtilâli yıllar sonra bile “kanlı ihtilâl” olarak hatırlanmaktadır.
48 yıl sonra ihtilâlin “kudretli albayı” Alparslan Türkeş’in oğlu MHP milletvekili Tuğrul Türkeş’in bir sırrı açıklarken, komutanların çocuklarının Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in evsahipliğinde Çankaya Köşkü’nde düğünle (!) sünnet yaptığını söyledi. Bu sır o dönemin zihniyetini ortaya koyması açısından ibretli bir hâtıradır. Bir tarafta iktidarı devireceksiniz, diğer tarafta düğün yapacaksınız! 27 Mayıs ihtilâlinin 48. yılını konuştuğumuz günlerde darbelerden, muhtıralardan bahsetmemiz demokrasimiz adına üzüntü vericidir. Kanunlarda suç olduğu açıkça yazılmasına rağmen, o tarihten bu yana darbe tellâlları hep olmuş, ancak bu tellâllara karşı yargı sessizliğini korumuştur. TCK’ya göre “Anayasal nizâmı silâh zoruyla değiştirmeye teşebbüs etmek” darbe suçu olarak nitelendirilmesine ve cezasının da müebbet hapis olmasına rağmen, gerek ortaya çıkan darbe plânlayıcıları, koca koca adamların yaptığı darbe çağrıları yargıyı harekete geçirememiştir. Hatta yüksek yargının bir başkanı geçen yıl, 27 Mayıs ’ı ‘darbe’ olarak görmeyip, ‘devrim’ olarak gördüğünü söylemiş, “Menderes ’in idamında toplumsal coşku vardı” diyebilmişti. Geçtiğimiz günlerde Boğaziçi Üniversitesi’nin yaptığı anket halkın darbeler konusundaki görüşünü ortaya koydu. “Darbe istiyor musunuz?” diye sorulan vatandaşların yüzde 81.9 “Her ne sebeple olursa olsun askerî darbeleri ve baskı rejimlerini asla desteklemeyeceklerini” söylemiştir. Bu da “millet istedi biz yaptık” anlayışını çürütmektedir. Zira millet bunu istemediğini ihtilâlin hemen ardından yapılan seçimlerde göstermiş, ihtilâlin devirdiği partiye büyük oranda oy vererek göstermiştir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Millî iradeye ve demokrasiye inanan herkesin, başta 27 Mayıs olmak üzere bütün askerî müdahaleler, ara rejimler, muhtıralar, demokrasiye darbe vuran girişimler karşısında net bir şekilde tavırlarını ortaya koymalıdır. Bu tavır da demokrasiden yana olmalı.
24.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|