Yolumuz bu sefer Romanya’nın Köstence limanına düştü. Bu liman ve şehir, Tatar Türklerinin en yoğun olarak yaşadığı bir yerdir. Cuma namazı vesilesi ile tanıştığımız bu kardeşlerimizden izlenimlerimi aktarmak istiyorum.
Romanya’da yaklaşık 100 bin Müslüman yaşıyor. Bunların neredeyse tamamı Tatar Türklerinden. Konuşma lisanı İstanbul Türkçesine çok yakın. Camide hutbe dinlerken kendinizi Türkiye’de hissediyorsunuz. Namazdan sonra çay içtiğimiz caminin bahçesinde buradaki kardeşlerimizle çok güzel konuşmalarımız ve sohbetimiz oldu.
Köstence şehrinin Romanya’da yazılışı “Costanta” dır ve Türkçeden bozma bu adla çağrılmaktadır. Bu şehir Türklerin ve dolayısıyla Müslümanların en yoğun olarak yaşadığı yerdir. Yaklaşık olarak 20 bin Türk bu şehirde yaşıyor.
Romenler ve Çingeneler de Türkçe konuşabiliyor. Bunun sebebi 500 yıllık Osmanlı hâkimiyetidir.
Osmanlı zamanından kalma birçok eser bulunmakla birlikte biz sadece namaz kıldığımız camileri görebildik. İlk gittiğimiz caminin ismi “Kral Camii” idi ve bölgenin en büyük camisiydi. Ne yazık ki Cuma olmasına rağmen cemaati çok azdı. Bunun sebebinin Cuma gününün resmî tatil günü olmaması dolayısıyla çalışan insanların namaza iştirak edememesi olduğunu söylediler.
Fakat sonraki hafta gittiğimiz cami ise ağzına kadar dolu idi. Bu cami diğerinden daha eski olsa da cemaati daha cana yakın ve kalabalıktı. Gemi personeli ile birlikte çok güzel sohbetlerimiz oldu. Tuna nehrinin doğusuna Dobruca denilmektedir ve bu bölgede yaklaşık 70 bin Müslüman yaşıyor. Burada Türk okulu da varmış. Fakat ne ölçüde eğitim verdiğini ve ne tür faaliyetler içinde olduğunu öğrenemedik. Zira buradaki cemaat birbirinden oldukça habersiz yaşıyor. Birlik ve beraberliği arttıracak sosyal faaliyetler neredeyse yok gibi. Allah’tan Cuma namazı var da birlikte “cem” olunuyor yani bir araya gelebiliyorlar.
Burada uydu aracılığı ile Türkiye’yi gayet yakından izliyorlar. AKP’ye kapatılma dâvâsı açıldığını duymuşlar. Sanki biz bir şey biliyormuşuz gibi bize sordular. Bende “ne zaman Türkiye’den ayrılsam ortalık karışıyor” diye espri yaptım ve “olanda hayır vardır” diyerek buradaki kardeşlerimizi teselli etmeye çalıştım.
Marksist yönetim olduğu yıllarda dahi burada yaşayan kardeşlerimiz diğer Balkan ülkelerine göre nazaran daha iyi şartlar içinde yaşamışlar. Cami ve cemaatlerine karışılmamış. Ezan sesi uzaklardan dahi duyulabiliyor. Cami minareleri ayakta ve İslâmiyetin bir nev'î sembolü olarak hayatiyetini devam ettiriyorlar.
Bir parça da Avrupa Birliğine giriş hikâyesinden bahsedeyim. Malûmunuz Romanya ve Bulgaristan bir yıldır tam üye oldular. Fakat işler göründüğü gibi iyi değil. Bir kere maaşlar çok düşük. Asgarî ücret Türkiye’den dahi düşük. Buna mukabil gıda ve tüketim malzemeleri Batı Avrupa düzeyinde. Haliyle halkın durumu oldukça kötü durumda. Camiye giderken bir kamyondan gıda malzemeleri dağıtıldığını gördüm. Bazı kadınlar kuyruk halinde bu kamyondan malzeme alıyorlardı. Paralı mı, parasız mı veriliyor anlayamadım; lâkin fakirlik halkın belini bükmüş görünüyor. AB’ye girmek bizim için öncelikle ekonomik değil özgürlükler açısından yararlı olacaktır. Zira ülkemizin en büyük ihtiyacı her türlüsü ile istibdadın yani baskı yönetiminin sona ermesidir.
AB’ye giren ülkeler ilk yıllarda, oldukça sıkı para politikaları yüzünden sıkıntı çekiyorlar. Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkeler, parayı har vurup harman savurmaktan zorla vazgeçirildiler. Özellikle büyük silâh alımlarına son verildi. Fakat sonunda ekonomik gelişmeler çok hızlı bir şekilde cereyan etti ve bu ülkeler 10 yıl bile geçmeden AB ülkeleri seviyesine çıktılar. Hatta AB kaynaklarını o derece güzel kullandılar ki daha önce katılan ülkelerin bile önüne geçtiler. İşte şimdiki Romanya’da aynı sancıları çekiyor.
Eğer bizde AB’ye girersek ilk birkaç yıl aynı sıkıntıları yaşayacağız. Fakat özgürlüklerle birlikte ekonomik gelişmelerin daha hızlı bir biçimde geliştiğini göreceğiz. Umarım bu giriş süreci kısa olur ve inşallah ülkemiz, AB’ye girdikten sonra daha bahsettiğimiz sancıları yaşamaz.
Bu bakımdan giriş sürecinin uzamasına üzülmemek gereklidir. Hükümete düşen en önemli görev AB standartlarına bir an önce ulaşmak olmalıdır. Eğer biz üzerimize düşen görevleri lâyıkıyla yerine getirsek; göreceksiniz AB ülkeleri bizi aralarına almak için can atacaklardır. Zira yaşlı nüfus patlaması dolayısıyla bu ülkelerin geleceği kararmış durumdadır. Genç ve dinamik nüfus yapısı sebebiyle biz onlara muhtaç değil onlar bize muhtaçtır. Romanya yolculuğu bahanesi ile bu önemli gerçeği hatırlatmak istedim. Kusur ettikse affola…
24.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|