Önce “ılımlı İslâm” perdesinde İslâmın reforme edilmesi plânı tatbike konuldu. Bazı CIA ajanı kadınlar, erkeklere imam oldular; erkeklerle birlikte yanyana karma cemaate Pazar günü üniversite bahçesinde başı açık Cuma namazı kıldırdılar.
“Karma namaz” fitnesi, “kadının özgürleştirilmesi” ve “inanç ve ibâdet özgürlüğü” yaftasıyla İstanbul’daki bir camiye kadar sıçratıldı. Tertip, “Amerikan İslâmı”, “ılımlı İslâm” ya da “protestan İslâm” dejenerasyonuna malzeme edildi.
Bu arada “tesettür” üzerinde başlatılan spekülasyonlar, “modern İslâm” ya da “İslâm’ın modernize edilmesi” tartışmalarını beraberinde getirdi. Maksat, tıpkı bir zamanların “dinde reformcuları” gibi dini dünyevileştirmek, amel ve ibadeti tasfiye etmek, inancın içini boşaltmaktı.
Bu furyaya mâlum medya kalemşörleri de katıldı. “Değişim ve dönüşüm” terâneleriyle “İslâm’ın Protestanlaşması” hesabına “İslâmî Kalvinizm” benzeri “zihniyet reformu”nu Müslümanlara mal etmeye mal bulmuş mağribi gibi sarıldılar. Meselâ Amerika’daki “Türk sosyolog” Hakan Yavuz’un okyanuslar ötesinden “hazırladığı raporlar”la “İslâmî reform”dan “Kalvinist Müslüman” ve “Protestan Müslüman” yakıştırmaları ortaya atıldı. Bütün bunların amacı, toplumu “değiştirip dönüştürmek”, “muhâfazakârlık” perdesinde her türlü İslâm dışılığı İslâm’ın içine sokup Müslümanlığı bir nev'î “laytlaştırmak”tı.
Bu tür projelerin özellikle “muhâfzakâr demokrat” olduğunu iddia eden, ancak “din adına siyaset geleneği”nden gelen bir partinin iktidarı döneminde çeşitli paravanlarla azgınlaştırılarak devreye sokuldu. İktidar partisine mensup belediyelerin kitleleri cezbeden sazlı-sözlü eğlence partilerini düzenlemeleri, “plajlara mayo ile girilmesi”nden “İslâm sosyetesi” isnadlarına sebebiyet verdiren “tesettür defilesi” fotoğraf ve yorumları hep bu projede istimal edildi.
28 Şubat “postmodren darbe” döneminden kalan “üç vakit namaz”, Kurban Bayramında kurbanın gereksizliğini lanse eden konuşmalar hep bunun bir parçası idi. Diyanet’in açık fetvalarına rağmen “tesettür”ün Kur’ân’ın emri ve “dinî bir vecîbe” olduğu bir tarafa bırakılarak, başörtüsünün “dinde olmadığı” saptırması yapıldı. Ne var ki bütün bunlara doğru dürüst bir cevap verilmedi…
Aslında “Garplılaşmak ve Hıristiyanlara benzemek ve bir nev'î Purutluk (Protestanlık) mezhebini İslâmlar içine yerleştirmeye çalışan ve dinde hissesi olmayanlar”a Bediüzzaman’ın Kur’ânî ispatları vardır... (Emirdağ Lâhikası, 423)
İslâmı, hakîki İsevî dininden uzaklaşmış ve tahrif edilmiş Hıristiyanlık dini ile mukayese edip, “dinin geri bıraktırdığı” uydurmasına, “dinde reform” peşindeki “ulema-i su’”un (kötü âlimlerin) düştüğü tuzağı en açık bir şekilde izâh edip sakındıran Bedüzzaman’dır.
Gerçek şu ki “ehl-i bid’a” denilen, din dışı uydurmalarla İslâm’ı Hıristiyanlık’taki “dinî inkılâplar”la kıyaslama tuzağına düşenler, dini dünyevileştirmeye uğraşanlara “şirin gözükmek” ve “takdirleri”ni kazanmak uğruna tamah, korku, evham, heves hissîyatlarının esiri oluyorlar… Bunun içindir ki Bediüzzaman, İslâmı Protestanlıkla yamama meylinin, “körü körüne taklitçiliğe alışan buradaki hâmiyetfüruşlar”ın (hâmiyetperver geçinenlerin) “maddî kalkınma” adına “dinde reform” iddialarının iç yüzünü deşifre eder. (Mektûbat, 420)
Bediüzzaman’ın tesbitiyle, İslâmda da “Katolik mezhebindekine benzer bir nev'î Protestanlığı öneren “ecnebî inkılâpçılar”dan alınan “meş’um (kötü ve uğursuz) bir fikir”le “İslâmî Kalvinizm” ve “protestan İslâm” benzeri vartalara düşmekte, bilerek ya da bilmeyerek oyuna gelmekteler.
Dini değiştirmeye kalkışan reformistleri, “Okun yaydan ayrıldığı gibi dinden çıkarlar” Peygamberî ihbarla ikaz eden, bunu “ehl-i bid’anın (dine din dışı şeyleri sokmak isteyenlerin), dinsizliklerine ve ilhadlarına bir bahane” olarak teşhis eden ve “dinini dünyaya satan bedbahtlar” olarak niteleyen Bediüzzaman’ı (Mektûbat, 421), “Kalvinizm” türü dini dünyevîleştiren ideolojilerle yanyana gösterenlere, altı bin sayfalık Nur Risâlelerinde susturucu ve ikna edici cevaplar verilmiştir…
Bu bakımdan, daha önce “Nur hareketini ve toplumsal etkisini doğru dürüst anlamadan, Türkiye’deki İslâmî kimlik hareketinin barışçıl ve kademeli ilerleme dinamiği anlaşılamaz” doğru ve isabetli tesbitini yapan Hakan Yavuz’un, “İslâmî Kalvinizm” iddiasını, “Nursî, 20. asır İslâmının en önemli mütefekkiridir” diyen Hadi Uluengin’in, Bediüzzaman’ı “son tahlilde laik, Anglo-Sakson sekülarizme yakın bir yerde durmak”la ithamını kabul etmek mümkün değildir.
Bediüzzaman’ın hayatı ve eserleri, Nur talebelerinin mânevî fikrî hizmetleri ortadadır.
Bundandır ki bazı doğru tesbitlerden hareketle, bütün ömrünü Kur’ân ve Sünnete adamış, iman ve Kur’ân hizmetinde tamamen uhrevî ve mânevî bir hizmet metodunu ortaya koymuş Bediüzzaman’ı, “İslâm Kalvinizminin fikir öncüsü” ya da “Kalvinci Protestanlık”la benzeştirmek, çok ciddî bir hata ve saptırmadır…
24.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|