Anadolu, bağrına düşen şehitlerine ağlarken Ankara’da siyasi kargaşa devam ediyor. Dünyevî ve maddî boğuşmaların odağındaki siyaset, sıkıştığında mânevî ve uhrevî tâbirlere sığınıyor. Ne var ki konu siyaset olunca, bu deyim ve tâbirlerden de siyasî anlamlar çıkarılıyor…
Özelleştirme ihâlelerinde yakın çevresini kayırdığı ve oğlunun genç yaşta “gemicik” satın alması hakkındaki iddialar üzerine, dünyanın fanî olmasına izâfeten, Başbakan Erdoğan, Almanya’da, herkesin cepsiz bir kefenle kabre gireceğini ve dünya malını ve makamlarını dünyada bırakacağını belirtmişti.
Daha sonra başörtüsü yasağına dair anayasal değişikliklerden dolayı gerginleşen politik ortamda yine kefeni kastederek ortaya attığı “beyaz çarşaf” lâfı, bir hayli tartışılmıştı. Bunun üzerine CHP Lideri Baykal da hızını alamamış; Meclis grubunda âyetler, hadisler ve dinî menkıbelerle konuşmasını takviye etmişti.
Demirel’in yıllar önce imam hatip okullarının açılmasına ve gereğine, bilhassa “din, devlet, demokrasi ve laiklik”le ilgili tespitlerinin yanısıra, Baykal’ın partisinin grubunda naklettiği “dinî terminoloji”nin “savunma”da Erdoğan’ın sözlerine “gerekçe” ve “emsal” olarak kullanılması, dikkate değer ayrı bir konu…
Ancak Başbakan’ın en son “Vakıflar Haftası”nda, “Bizim lûgatımızda karamsarlık, umutsuzluk ve bedbinlik yoktur” dedikten sonra, “Bizler emânet taşıyıcılarız, bugün varız, yarın yokuz” demesi, kulislerde her fırsatta partisinin kapatılmayacağını dile getiren Erdoğan’ın da “kapatılacağı” kanaatinde olduğu yorumlarına yol açtı…
* * *
Siyasî mahfillerde AKP’nin kapatılacağına dair ciddî endişeler taşınıyor. Mâlum medyada İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in Türkiye ziyareti öncesi ağır “kraliyet protokolü” gereği Cumhurbaşkanı Gül’ün smokin ve frak giymeye râzı olup - olmadığı tartışmaları sürerken, kulislerde “kapatma” sonrası için alttan alta çeşitli alternatifler ortaya atılıyor.
Başbakan’ın Can Paker’in evinde “gerginlik” olmaması mülâhazasıyla “Anayasa değişikliğine gidilmeyeceği”ni açıklaması üzerine iktidar partisinde kafalar daha da karışmakta; Erdoğan’ın da zımnen partinin kapatılacağına inandığı görüşü gittikçe kuvvet kazanmakta.
Başbakan’ın “bağımsız” olarak seçilerek Meclis’e girmesi, ardından Gül’le yer değiştirmesi, bu olmadığı takdirde bir sivil toplum kuruluşunun başına geçmesi ve yeniden siyasete dönmesi senaryoları bunu gösteriyor. Çoğu kişinin bir “hikmet” izâfe ederek Erdoğan’ın bir “strateji” izlediği zannettiği politikalarının, hiçbir ciddî hazırlık ve plânının olmadığı su yüzüne çıkmakta.
Başörtüsü hakkında iki maddelik mini Anayasal düzenlemenin “iptal” istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne verilmesiyle, “MHP’nin tuzağına düşüldüğü” şeklindeki serzenişler bunu açığa çıkarmakta. Erdoğan’ın, “Beş yıldır bu konuyu gündeme getirmeyen bir Başbakan olarak, yurtdışında bana sorulduğunda başka ne diyebilirim” tarzındaki “pişmanlık” kokan ifâdeleri, bunu hususu bir defa daha ele vermekte…
* * *
Bu yüzden net bir “yol haritası”nın çıkarılamıyor, nihaî noktada bir karar alınamıyor. Partinin yetkili kurulları bu belirsizlikle işin içinden çıkamıyor.
Bundandır ki her kafadan bir ses çıkıyor; izlenecek stratejide bir türlü ortak plân belirlenemiyor; birbirinden oldukça farklı eğilimler tezâhür ediyor. Tek çâre olarak Genel Başkana “tam yetki” veriliyor.
“Kapatma dâvâsı” bir “komplo” olarak görülüyor; ama “komplo”ya karşı tedbirde birleşilemiyor. İktidar partisinde kimse açıktan bir şey demiyor; lâkin politikanın tabiatındaki sâikle milletvekilleri daha şimdiden “Tayyip’li – Tayyip’siz”, “Şener’li-Şenersiz” “yeni parti”lerin hesabını yapıyor, kapalı kapılar arkasında karşıt siyasî formüller araştırılıyor…
Çıkmazdaki Ankara siyasetinin hal-i pürmelâli bu…
12.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|