Olmert, Kur’ân-ı Kerim’i tasdik ediyor. Nasıl oluyor diye sormayın. Basbayağı oluyor. Fazilet o ki, düşman dahi teslim ede denilir. Dolayısıyla beşer tav’an veya kerhen nasıl Allah’a muti ise aynı oranda Kur’ân-ı Kerim’i de ihtiyarî veya gayri ihtiyari yani ister istemez bir surette tasdik ediyor. Bu tasdik elbette ki iz’an düzeyinde veya boyutunda değil. Buna ızdirarî boyut dersek daha doğru olur. Daha doğrusu Kur’ân-ı Kerim’e inanmıyor, ama tasdik ediyor. Daha önce de İsrail’in Demir Lady’si olarak tarihe geçen ve İndra Gandi veya Margaret Thatcher gibilerle anılan Goldemeir’e bir defasında “İslâm kaynakları (hadisler) Müslümanlarla Yahudiler arasında bir savaş olmadıkça kıyamet kopmayacağını ve o savaşta da Müslümanların galip geleceğini haber veriyor. Ne dersiniz?” sualine karşı şunları söylemiştir: “Bugün o nesilden ortada eser yok. Ne biz o Yahudi nesliyiz, ne de Müslümanlar o Müslüman nesli veya kuşağıdır...”
Peki, Olmert hangi ifadesiyle Kur’ân-ı Kerim’i tasdik etmiş oluyor? Jerusalem Post gazetesinin ‘We don’t have jihadist or shahidim, we sanctify life’ ifadesi tam tamına onlar hakkındaki Kur’ân hükmüne ve tasvirine mutabık düşüyor. Açıkça Olmert’in sözleri Kur’ân-ı Kerim’i tasdik etmekten başka bir şey değil. Bakara Sûresinin 96’ıncı âyetinde Cenâb-ı Hak onların dünya hayatını üstün tutmaları ve tutku halinde ona bağlı olmalarıyla alâkalı şunları kaydediyor: “Andolsun, sen onların, yaşamaya bütün insanlardan; hatta Allah’a şirk koşanlardan bile düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri bin yıl yaşamak ister. Halbuki uzun yaşamak onları azaptan kurtaracak değildir. Allah onların bütün işlerini bilir...” Burada ‘Letecidenne ahresennasi ale’l hayat’ ifadesi ‘We sanctify life (Jerusalem Post, May 7, 2008)’ ifadesine tam tamına tetabuk eder. Kur’ân’dan daha doğru, sağlam söz söyleyen kim vardır?
***
Hamdolsun Müslüman, gözünde dünyayı büyütüp de onun esiri olmaz. Yine Kur’ân-ı Kerim’in dediği gibi gözünde gerçek hayat ve yurt, ahirettir. Ve inned dare’l ahirete lehiye’l hayavan lev kanu ya’lemun...” ‘Bilseler gerçek hayat, ahiret hayatıdır’ sözü de sanki Olmert gibiler için söylenmiş bir sözdür (Ankebut: 29). Ahiret hayatına bigânelikleri dolayısıyla Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerim de onları defaatla yermiş ve cenneti sadece kendilerine tahsis etmeleri üzerine de ‘Öyleyse ölümü ve doğrudan cennete gitmeyi niye tercih etmiyorsunuz?’ diyerekten hem mantık sorusu sormuş, hem de onların tutarsızlıklarını gözler önüne sermiştir. Aslında, Kur’ân-ı Kerim onlar için her daim en doğrusunu söyler. Onların cibilliyetlerini veya karakterlerini ortaya koyan âyetlerden birisi de şudur: “Ey iman edenler, sizden başkasını kendinize sırdaş edinmeyin. Onlar sizi bozmak için ellerinden geleni esirgemezler. Sizi zor duruma sokmak isterler. Nefret ağızlarından taşmaya başlamıştır. Kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer akıl ederseniz size âyetleri açıklamış bulunuyoruz (Al-i İmran: 118)...”
Buradaki, ‘Nefret ve düşmanlık ağızlarından taşmaya başlamıştır ve kalplerinde gizledikleri daha büyüktür’ ifadesi de aynen aynı karakteri ele vermektedir. Sözgelimi, geçtiğimiz dönemde İsrail Savunma Bakan Yardımcısı Matan Vilna’i roket atmaya devam etmeleri halinde Filistinlileri orantısız bir şekilde büyük bir soykırım beklediğini söylemişti. Daha doğrusu açıktan onları soykırımla tehdit etmişti. Daha sonra zırvasını tevil için çok çabaladılar. Burada kullanmış olduğu kelime ‘shoah’ yani holokost. Kendilerinin Nazilerin elinde uğradıklarını iddia ettikleri eşsiz soykırım. ‘Shoah’ yani soykırım kelimesine kullanan bu gibi Yahudiler, Yahudi okul kitaplarına Filistin’in işgaliyle alâkalı olarak ‘Nakba’ yani felâket kelimesinin sokulmasına ise karşı çıkıyorlardı. Felâketi reddeden Matan Vilna’i gibiler öte yandan Filistinlileri kendi tarzlarında holokost yani soykırımla tehdit ediyorlar. Aslında bu ifade bir şuuraltı boşalımı. Şuuraltını ele verdiler. Bu sözler bir cürm-ü meşhut yani suçüstü halidir. Tepkiler gelmeye başlayınca da kıvırdılar, Filistinlilerin ve ardından da onlara uyan başkalarının şamata yapmaya başladıklarını söylediler. Maksadı öyle değilmiş. 2 Mart 2008 tarihli Jerusalem Post gazetesinde Etgar Lefkovits, ‘Shoah’ remark sparks uproar’ yani ‘holokost’ açıklamasının şamataya yol açtığını yazmıştır.
***
Eğer bu söz bir atıf olsaydı başkalarının Yahudiler hakkındaki peşin fikrine ve kötü niyetine hamlederdik. Antisemitik bir yaklaşımın tezahürleri veya hezeyanı der geçerdik. Ama bunu sorumlu mevkide ve ne söylediğini bilen veya bilmesi gereken birisinin söylediğini nazarı dikkate alırsak bu söz Kur’ân-ı Kerim’in dediği gibi dillerini ele vermiştir. Allah bilir kalplerindeki ne büyüktür. Ondan dolayı Tehran Times gazetesinde Hassan Hanizadeh gibiler ‘New holocaust in Gaza’ başlıklı makaleler yazmaya başlamışlardır. El Hayat gazetesinde de Mahmud Mübarek gibiler ‘ Faşiyyun el cudud’ yani yeni faşistler ifadesini kullanmıştır (3/3/2008). Haksızlar mı? Gazze’de İsrail soykırımı gibi ifadeler basında yer almaya başlamıştır. Burada bir kasıt varsa Siyonistler öncelikli olarak bunu kendilerinde arasınlar. Başkalarına çuvaldız batırmadan önce kendilerine iğne batırsınlar. İsrail ya kendisiyle yüzleşecek ya da başkalarıyla. İkisi de sonuçta hakikatıyla yüzleşmesi olacaktır.
12.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|