1897’de yapılan Basel Konferansının üzerinden yaklaşık 111 yıl geçti ve şu an İsrail, kuruluşunun 60’ıncı yıldönümünü kutluyor. Üç gün süren konferansın akabinde Teodor Hertzl: “İsrail devletinin temelini atmış bulunuyoruz. 5 yıl sonra aydınlığı görecektir. 50 yıl sonra da fiilî bir durum haline gelecektir” demiştir. Gerçekten de, 50 yıl sonra yani 14 Mayıs’ı 15 Mayıs’a bağlayan gece 1948 yılında kurulan İsrail devleti bugün itibarıyla 60’ıncı kuruluş yıldönümünü kutluyor... İsrail kuruluşunun 60’ıncı yıldönümünü çok şaşaalı bir biçimde yad ediyor. Bush da bu ‘kutlu’ münasebette İsrail’i yalnız bırakmayanlardan. Ne de olsa Churchill’in muakkiplerinden.
İsrail’in kuruluşu hangi aşamalardan geçti, buna iyi bakmak gerekiyor? Önce Ruslar tarafından ‘Hasta Adam’ teşhisi konulan Osmanlı’nın ölümü gerçekleşmeden ve naaşı kaldırılmadan böyle bir miladın gerçekleşmesi mümkün değildi. Bundan dolayı da Osmanlı’nın ortadan kaldırılması gerekiyordu. Hertzl göremese de 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilân edildi. Akabinde 1909 yılında İsrail devletinin önündeki en büyük engellerden birisi olan II. Abdülhamid Han da tahttan indirildi. Teodor Hertzl yerine bu merasimde İmmanuel Karraso vekâleten hazır bulunmuş sayılır. Lozan’da Osmanlı’nın yıkılması merasiminde de (defin işlemi) aynı irade adına Başhaham Haim Nahum hazır bulunmuştur. 1908 ve 1909, Osmanlı’nın yıkılışı için geriye sayımın başladığı yıllardır. 10 yıl içinde Osmanlı’nın terekesi taksimata tabi tutulmuş ve devletin mafsalları arslanlar ve çakallar arasında paylaşılmıştır.
Esasında Birinci Dünya Savaşı bir taksim savaşıdır. Hedefi de Osmanlı’nın paylaşılması ve taksimatıdır. 1916 yılında aralarında Rusların da olduğu bir taksim anlaşması yapılmıştır. Bu tarihe Sykes-Picot anlaşması olarak geçer. Bir yıl sonra yani 1917 yılı ise tam bir felâkete sahne olmuştur. Birincisi, Balfour Deklerasyonu açıklanmış ve İngiliz Tacı tarafından Yahudilere bir millî vatan taahhüdünde bulunulmuştur. Aynı yıl Cemal Paşa Gazze’den itibaren gerilemiş ve Allenby ve kuvvetleri Lawrance ve Massingnon eşliğinde Kudüs’e girmiştir. Allenby’ye göre bu tarihi zaferden sonra Haçlı Savaşları amacına ulaşmıştır. Lloyd George de iki yüzyıllık rüyalarına kavuştuklarını söyler. Fransız komutan ise doğrudan Selâhaddin Eyyübi’nin kabrine koşarak ‘İşte biz tekrar döndük’ diyerekten mezara karşı böbürlenir. Sonra 1947 yılında Filistin için taksim kararı alınır. Buna göre, Filistinlilerin toprakları Filistin ile İsrail devletleri arasında pay ve taksim edilecektir. Filistinliler bu karara öfkelenirler. İsrail bu öfkeden de pay alır ve bilâhare topraklarını genişletir. 1947-1948 aslında Osmanlı’da 1908 ve 1909 yıllarına tekabül etmektedir. Derken 1967 yılında Araplar 1917’den sonra ikinci Nakba ve felâketlerini yaşarlar. Üç Arap ülkesi İsrail karşısında bozguna uğramış ve Suriye Golan’ı, Ürdün Doğu Kudüs’ü ve Batı Şeria’yı ve Mısır da Sina’yı kaybetmiştir. 1977 yılında ise Kissinger’in mekik diplomasisi meyvesini vermiş; Sedat Knesset’i ziyaret etmiş ve bu ziyaret iki yıl sonra Camp David anlaşmasıyla taçlanmış ve meyva vermiştir. Yahudilerin amacı 1897’den yüz yıl sonra yani 1997’de Yahudiler, Büyük İsrail (Erez Israel) planlarını gerçekleştirecekti. Ama mukadder ve müyesser değilmiş. Bu arada, Mısır’ı barış yoluyla Irak’ı da savaş yoluyla devreden çıkardılar ama 1997 geldiğinde amaçlarına ulaşamamışlardı. Hatta İsrail için geri sayım başlamıştı.
***
1973 savaşı için ‘şike’ bile dense İsrail, Mısır ordusu karşısında kısmen de olsa gerilemişti. 1982’de Şaron Lübnan’da hedefine ulaşamamıştı. Ve 2000 yılında Ehud Barak tek yanlı olarak Lübnan’dan çekilmişti. Daha sonra Şaron da 2005 yılında tek yanlı olarak Gazze’den çekilecektir. Görüldüğü gibi, israil’in kaderinde Türkiye’nin önemli bir yeri var. Birinci Dünya Savaşı Osmanlı’nın taksim savaşı idi. Belki Türklere Anadolu’yu da bırakmak istemiyorlardı ama Boğazlar nedeniyle Tükiye’nin Rusya karşısında kolay bir lokma olmaması için buna yanaşmadılar. Ermenilerin toprak taleplerini gözardı ettiler. Churchill’in deyimiyle “Anadolu’nun ve Boğazların korunması 250 okkalık bir Türkiye’yi gerektirir. Türkler 200 okkaya inerse Ruslara yem olurlar. 300 kilo olurlarsa bu defa da eski cengâverlikleri kabarır. Öyleyse onları 250 kilo da tutacak bir formül bulunmalıdır...” Rusya’da 17 Ekim Devrimi yaşanınca SSCB Sykes-Picot anlaşmasından çekilir ve SSCB içindeki Müslüman halkları kazanmak ve ayartmak için ‘Çarlık İstanbul’u istiyordu, biz Çarlığı yıkarak İstanbul’u kurtardık’ diyerek propoganda etmişti. Ama İkinci Dünya Savaşı sırasında Stalin hiç de öyle düşünmüyordu. Stalin’in Dışişleri Bakanı Molotov, Sovyetler’in boğazları ele geçirmek için Türkiye’ye saldırma niyetini açıkladı ve Almanya’dan da bu iş için yardım talep etti. Hitler, Boğazlar’a karşı İran ve Afganistan’ın işgalini teklif ettiyse de Ruslar bu ikisiyle tatmin olacak gibi gözüküyorlardı. Bunun üzerine aralarına kara kedi girdi. Allah, Türkiye’nin işgalini murad etmemişti. Bundan dolayı da Polonya’dan sonra Türkiye’yi işgal etme planları akim kaldı. İki ortak Türkiye üzerinden birbirine girdi. Stalin Boğazlar’la birlikte Balkanlar’ı ve Finlandiya’yı da istiyordu. Türkiye üzerinden ortaklar birbirine düşmüştü ve savaşın seyri bundan böyle değişecekti. Amerikalıların Almanya kaşısında devreye girmelerinden sonra SSCB galip devletler safına yerleşince yine eski taleplerini yineledi. Boğazları istedi ve onunla da kalmayarak Ardahan’ın Gürcistan’a, Kars’ın da Ermenistana ilhakını istedi. Bunun üzerine Truman doktrini ile de anılan dönemin Amerikan Başkanı Truman aynen Churchill gibi cevap verecekti. Anadolu’ya yapılacak bir saldırı ABD’ye yapılmış sayılacaktı. Bunun üzerine Türkiye üzerine yapılan planlar dindi. 1991 yılında da Leninizm ve Stalinizm bir daha küllerinden geri doğmayacak şekilde yıkıldı gitti. Böylece İslam’ın iki fetret yüzyılında İslam dünyasını pençesi altına alan akımlardan birisi olan Leninizm akımı ortadan kalktı ve Müslümanlar büyük çapta rahat bir nefes aldı. Geride Churchillizmin mirası olan İsrail devleti kaldı.
***
İngiltere’deki Yahudi kanaat önderleri beşeri felaketten felâkete koşturan İsrail’in 60’ıncı kuruluş yıldönümünü iştirak etmeyi reddediyorlar. Aralarında İsrail’in Zevali kitabının yazarı merhum Es’ad Beyud Temimi gibi düşünenler de var. Natura Carta cemaatından Amerikalı Haham Yisrael David Weiss, Hertz’in Yahudileri kandırdığını ve onlara Yahudilerin tek kurtuluşunun Tevrat’ı ihlâl etmek olduğunu propaganda ettiğini ve onların da buna kandıklarını söylüyor. Bu itibarla, İsrail’in isminin de hırsızlama olduğunu ve gerçek İsrail olmadığını ifade ediyor. Lenin ile Stalin’in kurduğu SSCB gibi İsrail’in de er geç dağılacağını ve aynen Güney Afrika ırkçı rejimi gibi zeval bulacağını ve dünyanın da böylece bu gaileden ebediyen kurtulacağını söylüyor. İsrail’in dünyaya açtığı gailelerin büyük olmasına rağmen hâlâ İngiltere ve ABD’nin bu devleti himayeden vazgeçmediklerini ifade ediyor. Ama sonuçtan emin: Stalinizm gibi Churchillizm mirası da sona erecektir. Yusuf Kardavi ile görüşen haham heyeti, ‘Tevrat bağlıları böyle bir devleti istemiyor ve onu sahiplenmekten de ar ediyorlar’ diyor. Hal böyle iken Sabah gazetesinde ‘libeal’ yazılar yazan Hasan Bülent Kahraman da Türkiye cumhuriyeti modernleşmesinin bir melez model olduğunu savunuyor ve bunu ‘Yahudi-Alman-Türk mucizesi’ formülüyle izah ediyor. Dostu David Katz’dan şöyle bir alıntı yapıyor: “İsrail kurulduktan sonra burada seküler-Aydınlanmacı bir uygarlık’ yaratılmaya çalışıldığında, yönetici insanların karşısında tek örnek Türkiye’ydi. Üstelik o insanlar Osmanlı geçmişinden gelmişti ve Türkiye’de yaşamışlardı. O nedenle de Türkiye’de kültürel olarak yapılan şeyler burada da aynen tekrarlandı...” Aslında Irak Kralı Birinci Faysal da aynısını denemişti. Demek ki Teodor Hertzl fikriyatı ile Türkiye’nin kurucu ideolojisi arasında benzerlikler var. Ortak temeller var (Gezgin Yahudi Kentleri, yazısı). Kahraman yazısını şöyle noktalıyor: “İsrail’in 60. yılını kutluyorum...” O kutlamaya devam etsin ama bazı Kur’an müfessirleri Huruçtan Arz-ı Mev’ud’a girmeye kadar ki Beni İsrail’in fetretinin üç dönem yani 120 yıl olduğu görüşünü savunurlar. Bu yönüyle tersinden Müslümanların da aynı süreci yaşayacaklarını yani 120 yıllık bir süreç sonucunda yeniden Kudüs’e kavuşacaklarını söylerler. Kimilerine göre de bu tarih Basel Konferansı’nın yapıldığı 1897 yılından itibaren başlamıştır. Öyleyse 1897’den günümüze 111 yıl geçmiş bulunuyor. 111 yılı 120 yıldan çıkardığımızda geriye 9 yıl kalır bu da 2017’ye tekabül eder. Yani Yavuz’un o kutsal topraklara girişinin 500’uncü yıldönümünü veya 1917’de o topraklardan hurucumuzun da yüzüncü yıldönümünü. Bizim Birinci Cihan Harbi’nden geride kalan son gazimizin vefatı gibi onların da 1947’de Yahudileri Filistin’e taşıyan Exodus gemisinin kaptanı Yosis Harel Tel Aviv’de öldü. Her iklimde yeni bir tarih başlıyor. Evet, dünya küçük, tarih de o denli kısa...
07.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|